Atlantis Efsanesi

Atlantis Efsanesi

Sam Tate-

İsa’nın doğumundan 400 sene evvel yaşayan Eflatun, ölümünden kısa bir süre önce Atlantis’in Büyük Tarihi’ni yazmaya başladı. Onun tarihine göre Atlantis bütün uygarlığın başladığı ve Tevrat’taki Yaradılış kitabının yazıldığı tufandan önce var olan büyük bir kıtaydı. Eflatun’un 25 sayfalık eseri asla bitmemiştir.

Eski bir tarihçi olan PlutarkSolon’unYaşamı’ında şöyle demektedir: “Eflatun çalışmasına çok geç başladı; ölüm tarafından götürüldüğü için çalışmasını bitirecek zamanı olmamıştı; okuyucular yazılanlardan daha çok hoşlandıkça, o dışarıda bıraktığı şeyleri daha çok özlemiştir… Eflatun’un bütün harika çalışmaları arasında sadece Atlantis tamamlanmamış olarak kalmıştır.”

2000 yıl boyunca sadece bir efsane olarak kalan kayıp kıta Atlantis’in fantastik tarihi 19. yüzyıl yazarı IgnatiusDonnely’nin araştırmalarına konu olmuştur. 1882’de araştırmalarının sonucunu ATLANTİS: Tufan Öncesi Dünya başlıklı kitabında basmış ve kitabın güvenilirliği hakkında bugüne dek süren bir öfke nöbeti başlatmıştır. Onun bu dikkate değer Atlantis tarihi basıldığından beri, bu entrikalı teori hakkında 20 dilde beş bin kitap yazılmıştır.

Çok az konu Atlantis Efsanesinin manyetik çekiciliğine sahiptir.

Amerika’nın eski ırkları arasında, Kuzeyin Kızılderili kabileleri, Güneyin Aztekleri ve Toltekleri de dahil olmak üzere, büyük kıta Atlantis’in hatırası hala süregelmektedir. Elbette ki büyük bir uygarlığı, içinde yaşayan sakinlerinin büyük bir kısmıyla yok eden bir olay, kolayca unutulamazdı.

Atlantis’in volkanik patlamaları, yer sarsıntıları ve insanları sinekler gibi binalara çarpan kara hareketleri hikayeleri yüzlerce yıl tekrar edilmiştir.

Bu korkunç efsanelerin, gerçekten meydana gelen olaylar üzerine temellenmiş olması mümkün müdür? Böylesine gelişmiş bir konuma ulaşmış büyük kıta; Amerika, İzlanda ve Avrupa’nın bir kısmına koloni göndermiş midir? İnanılmaz bir tufanla birkaç korkunç saat içinde denizin altına batmış olabilir mi?

Birkaç ufak değişiklikle, aynı efsaneler dünyanın en eski uygarlıkları arasında tekrar tekrar görünmektedir. Bunların içinde en dikkate değerleri İbranilerin, Fenikelilerin, Yunanlıların, Aryalıların, Amerika Kızılderililerinin, İzlanda’nın ve Alaskalıların öğretilerinde tekrarlanmaktadır.

Lucian, M.Ö. 170’de De DeaSyria adlı kitabında Hierapolis’in meşhur kutsal mabedi hakkında şöyle söylemektedir: “Mabede yılda iki kere deniz suyu getirilmektedir… Suriye ve Arabistan’ın her tarafından rahipler ve sayısız hacılar su getirmektedir. Bunun Deucalion tarafından, felaketin hatırasını saklamak için koyulan dinsel yasanın devamı olduğu söylenmektedir… İnsanların sulardan kaçmak için dağların tepesine nasıl tırmandığını belirtmek için. “

Bir gemi inşa etmek yerine sulardan kaçmak için dağa tırmanmak konusundaki değişiklik, küçük bir sonuçtur; eski günlerin yazarları sık sık insanların geleneklerine ve yöresel adetlerine uymaya zorlanırdı.
Hindistan’ın eski dinsel yazıtları, kutsal kitapları Rig-Veda’da okuyacağınız tufan hikayesini vermektedir:

Sabahleyin Manu’ya yıkanması için su getirdiler, tıpkı şimdi ellerin yıkanması için su getirmek istedikleri gibi. Yıkanırken ellerine bir balık geldi.

Ona şu kelimeleri söyledi: “Beni yükselt; ben de seni kurtaracağım.” – “Beni nereden kurtaracaksın?” – “Bir tufan bütün bu yaratıkları taşıyıp götürecek; seni oradan kurtaracağım.” – “Seni nasıl yükselteyim?”

O şöyle dedi: “Küçük olduğumuz sürece, bizim için büyük bir tahribat var; büyük balık, küçük balığı yutar. Beni ilk olarak bir kavanozda tutacaksın. Ben orada büyüdüğümde, sen bir çukur kazacaksın ve beni onun içinde tutacaksın. Ben orada büyüdüğümde beni denize götüreceksin ve ben orada tahribatın ötesinde olacağım.”

O, kısa bir sürede büyük bir balık oldu. Sonra şöyle dedi: “Şöyle şöyle bir yılda tufan gelecek. Sonra sen bana hizmet etmelisin ve bir gemi hazırlamalısın ve tufan yükseldiğinde gemiye girmelisin ve seni ondan kurtaracağım.” …balığın ona gösterdiği aynı yılda onun tavsiyesini takip etmeye çabaladı ve bir gemi hazırladı; ve tufan yükseldiğinde geminin içine girdi. Sonra balık ona doğru yüzdü ve o, onun boynuzunu gemiye bağladı ve bu şekilde hızla dağların (Himalayalar) ötesine geçti.

Sonra şöyle dedi: “Ben seni kurtardım. Gemiyi ağaca bağla ama suyun senin dağlardaki isteğini kesmesine izin verme. Sular alçaldıkça sen de yavaş yavaş inebilirsin…”

İranlıların da buna benzer bir efsanesi vardır ve bu insanların tufandan nasıl sakındığını açıklamaktadır. Zerdüşt’ün yazıları arasında tanrı Yima’nın dünyayı bir tufanla suya boğacağı konusunda uyarıldığı bir efsane bulduk. Uyarıya yanıt olarak bir koloni insan, Atlantis’ten dışarıya; komşu bir ülkeye, “vahşi hayvan tohumları, evcil hayvanlar, köpekler ve kuşlarla” birlikte gönderiliyorlardı ve böylece kurtuluyorlardı.

Tufan öncesi Atlantis’le ilgili en eski Yunan efsanelerinden biri de eski çağlarda Atlantislilere karşı kazanılmış zorlu bir zafer hakkındaki festivallerle ilgili olan Atinalıların kitaplarında uzun süre korunmuştur.

En dikkate değer tufan hikayesi, Amerika Kızılderililerinden gelmektedir. Açıklamaların benzerliği sadece bu insanların gerçekten Atlantis bilgisine sahip olduklarını kabul etmekle açıklanabilir. Doğal afetle ilgili olayların izini süren resimler Aztek, Miztek ve Tlascaltekler arasında bulunmuştur. Sözlü bir Toltek tufan efsanesinde Atlantis için şöyle denilmiştir: “İnsanlar muazzam bir yağmur ve gökyüzünden gelen yıldırımlarla yok edilmişti ve hatta, istisnasız bütün kara ve en yüksek dağlar suyla kaplanmış ve 15 kulaç derinliğinde suya gömülmüştü.” Burada belirtilen suyun derinliğinin, “Su 15 kulaç yukarda hüküm sürdü.” diyen İncil’le tamamen aynı olduğunu belirtmek ilginçtir.

Elbette her olayda, her ayrı grup kendisinin Atlantis tufanından kurtulan tek topluluk olduğunu kabul etmektedir ve hepsi dünyayı yeniden insanla doldurmakla ilgili kutsal görevi kendi üzerine almıştır. Her ülkede geminin konduğu bir dağ vardır, tıpkı kendi Olimpos Dağı’na sahip olan Yunan aşireti gibi.

En eski Meksika uygarlıklarından olan Toltekler, kökenlerinin izini uzaktaki doğu denizinde olan “Atlan” adını verdikleri başlangıç noktasına doğru sürüyor gibi gözükmektedirler. Onlar Atlantislilere benziyorlar mı? Burada belirtilen olasılık Eflatun’un “Atlantis, karşıdaki büyük kıtanın bölümlerinde (Amerikan) sömürgelere sahipti.” belirlemesi ile uyuşmaktadır.

ABD’nin Büyük Göller bölgesi Kızılderilileri şunu iddia etmiştir: “Eski günlerde bütün Kızılderili kabilelerinin rahibi yükselen güneş yönünde yaşardı. Ve rüyasında, gelmekte olan tufan hakkında uyarılmıştı.” Bir sal yaparak karısını, çocuklarını ve her çeşitten iki hayvanı kurtarmıştı.

Kuzey Kanada ve Mississippi vadisi kabileleri, bütün insan türünün bir tufanla yok edildiğini ve “Büyük Ruh” tarafından birkaç seçilmiş bireyin kurtarıldığını ve O’nun nüfusun yeniden oluşmasını etkilediğini belirten hikayelere sahiptir.

1898’de George Catlin isimli bir kaşif, Mandan Kızılderililerinin yıllık dinsel seremonisinde “doğudan geldiği” farz edilen küçük bir model geminin, tören objesi olarak kullanıldığını gördüğünde şaşırmıştı. “Suların alçalması” anısına, seremoniyi her yıl tekrar ettiklerini iddia etmişlerdir.

Bir Amerikan Kızılderili uzmanı olan Binbaşı Lynd, “Bütün eski Kızılderili kabileleri eskiden birdi ve hepsi birlikte bir adada veya doğuya doğru suyun ötesinde ikamet etmekteydi.” diye iddia etmektedir.

Diğer gelenekler de bir hayli verimlidir. Sioux ve Iroquois kabileleri, karanın üstüne suyun geldiğini ve bütün insan yaşamını yok ettiğini iddia etmiştir. Chickasaw kabilesi, dünyanın bir kerede suyla kaplandığını ve sadece bir aile ve her hayvandan bir çiftin kurtulduğunu söylemektedir. Apaçiler sadece Montezuma ve çakalın kaçabildiği büyük bir tufanın geldiğine inanmaktadır. Her etnik grup için ayrı bir efsane varmış gibi gözükmektedir ama hepsi korkunç tufana sahne olan kıtanın Atlantis olduğu konusunda anlaşmaktadır.

İranlıların, İncil’in, Kızılderili, İskandinav ve Yunanlı kavimlerin Atlantis’e atıflarının uydurma olduğunu düşünmek anlamsızdır ve birbiriyle hiçbir bağlantısı olmayan kültürlerin birçok açıdan aynı olan mitler üretmesi de imkansızdır. Eğer gerçekten bir şey olmadıysa, böylesine bir trajedinin anısının dünyanın her uzak köşesine yayıldığını görmek güç olurdu. Hiçbir başka hususi olay insan ırkı üstünde böylesine bir etki yapmamıştır. Hatta İsa’nın gelenekleri bile, dünyanın oldukça farklı kültürlerinde böylesine tekrar edilmemişti.

Atlantis Efsanesi bütün ırkların ve kültürlerin hatırasında evrenselken, kişi, 4 büyük insan ırkı arasında bu efsanenin olmayışı karşısında şaşkına dönmektedir: Gerçek zenciler, Çinliler, Japonlar ve Avustralyalılar. Eğer bu ırklar tufana dahil değildilerse, bu olayın anısı sonraki nesillerin hatırasında daha az yaşamış olabilir. Gerçekte hiçbir genel afetin Avrupa, Asya, Afrika veya Avustralya insanlarını yok etmediği kabul edilir ve Tekvin kitabının yazarı bu insanların mevcudiyetiyle alakalı hiçbir şey bilmiyor gibi gözükmektedir. Dolayısıyla, tufanın bu ülkeleri içermediği ve bu ülkeleri ciddi olarak etkilemediği söylenebilir ama tufan, bütün bir ülkeyi sakinlerinin büyük bir bölümüyle yok etmiştir.

Atlantis etkisinin Amerika’daki etkilerinin kanıtları, Kuzey Amerika’daki çok küçük yerli grupları arasında bulunmuştur. Kolombiya kültürleri öncesi heykeltıraşlığında uzun, gevşek sakallı, beyaz adamın heykelleri bulunmuştur.

Bilimsel çalışma, gelenekler ve efsanelerin hepsi eski uygarlıkların en güçlülerinden birinin 12.000 yıl önceki kader gününde, volkanik kıtaları denizin dibine battığında yok olduğu konusunda hemfikirdirler. Böylesine bir olayın gerçekleşmesi rasyonel düşünceye uymasa da, biz bunun önceden en az bir kez meydana geldiği konusunda inkar edilemez delillere sahibiz.

Yunanistan’ın volkanik toprağında su için sondaj yapan bir toprak çiftçisi, gömülü şehir Pompei’nin çatı katlarına kaza eseri bir delik açmış ve bir mucizenin örtüsünü kaldırmıştı. Kazıda donmuş bir canlılıktaymış gibi bütün bir şehir keşfedilmiş; bir fırının üstünde çömlekler bulunmuş; oynayan çocuklar; kapı basamaklarında uyuyan köpekler ve normal faaliyetlerini yapan binlerce kişi- hepsi aniden oldukları gibi gömülmüşler.

Bu keşfe kadar, Pompei enkazlarının bir efsane olarak mevcut olması gibi bugünkü Atlantis de bulunmayı bekleyerek mevcudiyetini sürdürmektedir.