Oyunun Öğrettikleri

Oyunun Öğrettikleri

Yaşam denilen bu zaman sürecinde hepimizin öğreneceği birçok ders vardır. Trajik olan ise, bu derslerden gerçekten önem verilmesi gerekenlerini genellikle çok sonradan kavramamızdır ve bunlardan bir tanesi de keyif alacak birşeyler yapmak, oyun oynamak için kendimize zaman ayırmaktır.

Yaşamımız boyunca oyuna ne yazık ki çok az bir öncelik veririz. Bizim için, işe öncelik tanımak doğrudur çünkü hepimiz kendimizin ve ailemizin bakımını sağlamak zorundayızdır. Üstelik bize, daha çocukluk dönemini henüz bitirmekteyken, hayatın çok zor olduğu, çok büyük sorumluluklar gerektiren ciddi bir şey olduğu, bir şey olabilmek için önce işin, çalışmanın sonra keyfin gelmesi gerektiği öğretilir. Ve biz de böylece hayatı hep
zor, ciddi bir şey olarak görür, sürekli olarak bir şeyleri onarmak, geliştirmek ister ve kendimiz için ne zaman ara vereceğimizi bilemeyiz.

Evet, birçoğumuz, sürekli olarak üretken olmamızı, başarılı işler yapmamızı bekleyen ailelerde büyümüşüzdür. “Bugün ne yaptın?” diye bize sorulduğunda zamanımızı boşa harcamadığımızı, üretken olduğumuzu kanıtlamak için bütün başarılarımızı sıralamak zorunda kalmışızdır. Yetişkinler olarak şimdi bile sadece zevk için yaptığımız şeyleri söylemekten çok, başardığımız işleri sıraladığımızda kendimizi daha rahat hissederiz. Çok sayıda insan sürekli olarak üretken ve hep başarılı olmak için büyük bir ihtiyaç duyar. Bunlar sonunda, niçin başarılı olmaya çabaladıklarını unutarak bütün gün çalışır, sonra da geceleri çalışmaya devam ederler. Onlar için, eğlenmek için dışarı çıkmak, sadece eğlenmek için birileriyle beraber olmaktan çok iyi bağlantılar kurma fırsatları sağlayan bir olaydır. Bu insanlar hafta sonlarında keyif aldıkları bir şeyler yapmaya kalkıştıklarında ise zamanı boşa harcadıklarına dair o rahatsız edici duygudan kurtulamazlar; eğlenmek ya da mutlu olmak onlar için neredeyse hak etmediklerini düşündükleri bir şey haline gelmiştir.

Oysa ki, eğer işteki başarımız özel hayatımızdaki önemli noktalarla dengede değilse, işimiz hayatımız olmuşsa, bu durumun üzerinde bir durup düşünmeliyiz.

Evet, başarı ve kontrol önemlidir ama oyun da önemlidir. Oynamak yönünde, üzerimizdeki stres ve gerilimi boşaltmak yönünde doğamızdan kaynaklanan bir isteğimiz vardır. Hayatımızda hiç oyun olmadığında duygusuz, kasvetli ve dengesiz biri olur çıkarız. Bu yüzden yaşam boyunca fırsat buldukça kendimizi eğlendirmeyi ihmal etmememiz gerekir. Oynamak, sadece çocuklar için bir eğlence değildir, bizim yaşam gücümüzdür. Oynamak, işimize daha istekli bir şekilde konsantre olmamızı sağlar, ilişkilerimizin iyi gitmesine yardımcı olur, bizi arındırır, gençleştirip canlandırır. Hayatımıza denge katar çünkü zihinsel durumumuzu düzeltir. Birçok bilimsel araştırma gülme ve oyunun vücutta, kimyasal olarak morfine benzeyen “endorfin” adlı maddenin salgılanmasına sebep olduğunu göstermiştir. Gülmek,
eğlenmek bir ilaçtır, bir ihtiyaçtır; hayatı sonuna kadar en dolu biçimiyle yaşamaktır.

Birçok işyeri, çalışanlarının doğum günlerini çoğu kez pasta ve balonlar getirerek kutlar. Bu balonlar her yere dağıtılır, bütün odaların ve koridorların tavanlarını süsler. Fotokopi makinesine ya da iş arkadaşının odasına giden çalışanları gözlerseniz, yanlarından geçerken balonlarla oynadıklarını, parmak uçlarıyla onlara vurduklarını, iplerinden aşağı doğru çektiklerini ve yeniden tavana doğru yükselmesini izlediklerini görürsünüz. Ama bunları, kimsenin kendilerine bakmadığını düşündükleri bir anda dikkatlice yapacaklardır.

Bu oldukça üretken insanlar oyuna susamıştır. Evet, oynamayı unutmuşuz. Nasıl oynandığını unutmuşuz. Hatta oyunun ne olduğunu bile unutmuşuz. Kendimize, oyunun, tüm varlığımızı şifalandıracak, bizi negatiften arındıracak bir şeyler yapmak olduğunu ve bunu yapmaya ihtiyacımız olduğunu hatırlatmamız gerek. Evcil hayvanımızla oynayabiliriz, şarkı söyleyebilir, dans edebiliriz, uzun bir yürüyüş yapabilir ya da koşabiliriz, kitap okuyabiliriz, film seyredebiliriz veya keyif aldığımız herhangi bir şeyi yapabiliriz. Her zaman yapılacak çok iş vardır ama bu oynamamak için bir neden değildir. Kendinize oyun zamanı tanımazsanız, eninde sonunda başka birine verecek hiçbir şeyiniz kalmayacaktır. Kendinize yeterli eğlence zamanı ayırmazsanız, patronunuza hatta ailenize ayırdığınız zamana bile içerleyebilirsiniz.

“Oyun niçin bir derstir?” sorusuna verilecek yanıt, ölüm döşeğindeki insanların yaşadıkları pişmanlıklarda bulunabilir. Yaşamlarını gözden geçiren insanlar sıkça şu sözü söylerler: “Keşke hayatı bu kadar ciddiye almasaydım.”

Yaşamınıza oyunu yeniden sokmanın, hayatın ciddiliğinden kurtulmanın milyonlarca yolu vardır. Kendinize her hafta çok minik bir hediye alabilir, o sabah işe giderken renkli bir kravat takabilir, balkonunuzdaki saksıya biber ekebilir, sahilde uçurtma uçurabilir, balık tutabilir, arkadaşlarınıza arada “1 Nisan” şakaları yapabilir, davetlere “evet” diyebilir, gülünç şeyler yapabilir, daha doğal, daha kendiliğinden olabilirsiniz.

Sporlar ve karşılaşmalar da mükemmel oyun kaynaklarıdır. İster briç, ister futbol oynayalım, keyifle dahil olduğumuz her oyun stresten kurtulmamıza, birbirimizle olan ilişkilerimizi güçlendirmemize, içimizdeki çocuğu açığa çıkarmamıza yardımcı olur. Ancak oyunları da gereğinden fazla ciddiye alırsak işin eğlencesi yok olur. Hiç satrancı aşırı ciddiye alan biriyle oynadınız mı? Hiç de eğlenceli değildir. İşte, aşırı ciddiye aldığımızda yaşam da eğlenceli olmaz.

Kutlamalar da eğlenmek için iyi birer şanstır. Sevincinizi sadece özel durumlar için saklamayın; her fırsatta kutlama yapın. Kötü olaylara yeterince zaman ayırıyoruz; gelin iyi olaylara da bu kadar hatta daha fazla zaman ayıralım. Bir arkadaşınızın ziyarete gelişini kutlayın. Hafta sonunun gelişini kutlayın. Hiçbir neden yokken giyinip süslenin, kendiniz ve aileniz için en güzel porselen tabaklarınızla bir sofra hazırlayın. Herşeyi, hayatı kutlayın.

Kısacası, keyif aldığınız bir şeyler yapmak için kendinize zaman ayırmanın ne kadar önemli olduğunun farkına varın. Size sevinç, mutluluk veren küçük şeylere zaman ayırmakla yükselttiğiniz enerjinizle hem kendiniz hem de başkaları için daha fazla şey üretebileceğinizi, yarattıklarınızın kalitesinin artacağını bilin.

Bizim burada bulunuş amacımız enerji tüketen insanlar olmaktan çıkıp, enerji üreten insanlar haline gelebilmek ve bu enerjiyle çevremizi beslemektir. Önce kendimizi beslemezsek çevremizi nasıl besleyebiliriz ki?

 

Bu yazı Elisabeth Kübler-Ross ve David Kessler’ın Yaşam Dersleri (Ege Meta Yayınları, 2002) isimli kitabından derleyen: Berşan Çiner.