Evrensel Kutuplaşma

Evrensel Kutuplaşma

Roger de Lafforest-

Bizler hepimiz evrenin sonsuz hamuru ile tamamen bütünleşmiş olduğumuza, var olan her şey de içinden hiçbir şeyin ya da hiç kimsenin serbestçe ayrılamadığı bu kozmik magmaya tutunmuş olduğuna ve ona bütünüyle bağlı bulunduğuna göre, birbirine bağımlı olan diğer ortaklarımıza kıyasla biz insanların yine de yegane olarak nitelendirilebilecek bir ayrıcalığımız bulunduğu ortaya çıkmaktadır: Bu, evrensel karşılıklı bağımlılığın şuuruna varmak ve onu yöneten yasaları tanımlayabilmenin yollarını aramak için çok meraklı olmak. Bu karşılıklı bağımlılığın mekanizmasına gelince, filozoflar ve fizikçiler bunu yürüten güçleri daha iyi anlayabilmek amacıyla asırlar boyunca bu mekanizmayı sökmeye uğraşmışlardır. Önerilen açıklamaların sayısı kabarıktır ve çok çeşitlidir.

Günümüzde, deneysel bilim, bilginin tüm alanlarında çarpıcı ve tüm hesapları alt üst edici gelişmeler kaydetmiş olduğundan dolayı, evrende faaliyette bulunan ya da diğer bir ifadesiyle tüm kozmosun davranışını yöneten büyük güçlerin sayımını yapmak ve tanımlamak noktasına gelinmiştir.
Bu güçlerin sayısı görünüşe göre dörttür ve onları bu şekilde tanımlama sorumluluğunu üstün seviyeli bir bilim adamına, Albert Ducrocq’a bırakıyorum: “Kuvvetli nükleer güç” (bir atomun çekirdeğini oluşturan tanecikleri birbirine birleştirir); elektromanyetik güç (elektriğin tüm tezahürleri bundan doğar); zayıf nükleer güç (atom çekirdeğinin kendisini bir elektron fırlatıp atmaya yönelten bir yeniden yapılamaya maruz kaldığı esnada beta adı verilen radyoaktivite ile kendisini gösterir); ve son olarak da genel çekim (evren, mimari yapısını buna borçludur).
Bilimin imkan sağladığı bu basitleştirme, insanın doğa ile yüzleşmesinden itibaren başvurduğu ve başlangıçta da mitolojik bazı ifadelerle tanımlamış olduğu binlerce esrarengiz güçlerin yol açtığı karışıklıkların yerini kolayca alabilmektedir. Tamamen hakim olunmadığı sürece bu dört güç, belki de bin tanesine kıyasla daha az güven verici olarak tanımlanabilmektedir, ancak yine de düşünce için daha tatmin edicidir.

Bilim adamları yavaş yavaş olayları doğuran yasaların, sonuçları meydana getiren nedenlerin kendi aralarında hiyerarşik bir düzen oluşturarak özetlendiklerini gözlemektedirler. Fizikçilerin şimdi de bu basitleştirmeyi, evrenin tüm güçlerini tek bir bütün halinde içine alacak olan ve “büyük birleşme kuramı” adını verdikleri aşamaya ulaştırmayı hayal etmeleri gayet doğaldır. Kozmik realiteyi açıklamak ve doğrulamak için tek bir büyük yasa; tüm sırların anahtarı şüphesiz budur.

“Dört güç; bu biraz fazla değil mi?” diye yazmaktadır Albert Ducrocq. “Koşullara bağlı olarak çeşitli tarzlarda tezahür eden tek bir temel güce inanmayı benimsemek daha doğru olmaz mı?”
Kesinlikle, ancak geriye bu yegane temel gücü keşfetmek kalıyor. Şimdiki halde sınıflandırılmış bulunan dört güç içerisinde, bana söylendiğine göre üç tanesi, fizikçilerin “kuantik (niceliksel) alanın birleştirici kuramı” adını verdikleri, içinde birleştirilme noktasına gelmiştir. Bu kuram, varlıkları, ele alınan her üç durumda da “tanecikler arasında uzaktan etkide bulunan güçlerin hepsinin de aynı tarzda davranmalarının” nasıl ve niçin olduğunu açıklayan “birleştirici taneciklerin” keşfedilmesinden sonra ortaya konabilmiştir. Ancak genel çekim (gravitasyon) gücü olan dördüncüsü bu birleşmeye katılmamakta ve açıklanamazlığını sürdürmektedir. Newton’un evrensel çekim adını verdiği de şaşkınlık yaratmaktadır; çünkü bu durumda bir kütlenin hareketinin, diğer bir cismin onun yanına gelmesi sonucunda niçin alt üst olduğu sorusu doğmaktadır.

İşte bu noktada en büyük kozmik sırrın yuvasına ulaşmış bulunuyoruz. Tüm enerji transferlerinin altın anahtarı bu yüce katta aranmalıdır. Bu bilmecenin adını koyabilmek için hiçbir yetkim yok, ne fizikçiyim, ne matematikçiyim, ne de filozofum, ancak büyük bir hakikatin hiç ses çıkarmadan yaklaşan adımlarını duyabilecek kadar hassasım. Kendi kendini yetiştirmiş bir deha olan Marcel Mathien bana kendine ait olan evrensel polarizasyon (kutupluluk) kuramının bir gösterisini yaptığında işte bu izlenimi edindim.

Bu şaşırtıcı adam “kutuplanmanın evrensel olduğunu, her şeyin buna uygun olduğunu, çünkü her şeyin atomlardan oluştuğuna, hatta en basitleri olan hidrojenin bile pozitif bir proton ve bu pozitif protonun çekimine boyun eğmiş olan negatif bir elektrondan oluştuğunu, bunların meydana getirdiği bütünün pozitif olduğunu ve negatif olan yer kabuğunun çekimine boyun eğmiş olduklarını ve yer kabuğunun da pozitif olan merkezi çekirdeğe yapışık vaziyette tutulduğunu” açıklıyordu.

Bunu herkesin zaten bildiği ileri sürülebilir. Ancak tüm bunlar bazı şaşırtıcı gözlemlerin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Kozmosta tüm güneşler (tıpkı tüm atomlar gibi) pozitiftir, ki bu da onlara çevrelerindeki ve bütünüyle düşünüldüğünde negatif olan gezegenler (ya da elektronlar) kuşağını tutabilme imkanını verir; ayrıca bu gezegenler de kendi öğelerinin saçılmasını engelleyen “pozitif bir merkez”e sahiptirler.
Güneşin çekici polaritesi (kutupluluğu) kendi gezegenlerinde olduğu kadar diğer sistemlerin gezegenlerine de etki eder; aynı şekilde, atomların da pozitif olan çekirdekleri kendi negatif elektorlarına etkide bulunduğu gibi komşu atomların da elektronlarına tesir eder, şayet komşu atomların negatif elektronları üzerine etkide bulunmasalardı, pozitif çekirdekli bu atomlar birbirine yapışamazlardı.

Dünya atomunun çekirdeği pozitif, yüzeyi negatiftir; bununla birlikte yüzeyi üzerinde bulunan her şey, merkezkaç güç tarafından fırlatılıp atılmamak için pozitiftir.
Bu kozmogonik romanın şimdi en önemli bölümüne, açıklanamaz bir fenomenin oluştuğu bölüme geliyoruz: Kutupluluğun yer değiştirmesi. Şayet bu esrarengiz olay mevcut olmasaydı, evrenimizin yapısını ve dengesini anlamak imkansız olurdu.

Soyut düşünmeyi bir kenara bırakıp somut örneklerle ilerleyelim: Yağmur düşer, çünkü damlalarının suyu pozitif kutupluluktadır ve negatif olan yeryüzü tarafından çekilirler. Ancak toprağa ulaşır ulaşmaz pozitif olan bu su negatif olur, tıpkı meydana getirmeye mecbur olduğu dereler, çağlayanlar, ırmaklar ve okyanuslar gibi…
Diğer şaşırtıcı örnek: Doğru yerleştirilmiş bir paratonerin sivri ucu negatiftir; ancak şayet bir kaza sonucunda kırılırsa yere düşer, çünkü pozitif duruma geçmiştir. Günlük yaşantımızı koşullandıran bu kutupluluğun yer değiştirmesi olayına kimse dikkat etmemektedir. Ancak açıklayabilmek kapasitesine sahip olunmasa bile şunu ilke olarak ortaya koymak gerekir ki, “toprağa gömülmemiş ya da sulara (denize, ırmağa, göle, vs…) batmamış her madde toprağa ya da suya yapışabilmek için pozitiftir; ancak toprağa gömülenlerin ya da suya batanların tümü, anında negatif duruma geçer.”

AĞIRLIK YOKTUR

Evrensel kutupluluk kuramında geriye, evrenin yapısını açıklayan ve doğrulayan ve belki de tüm diğerlerini de özetleyen ve kapsayan bu temel gücün, ara kutupluluk çekim gücünün kapsamını matematiksel olarak belirlemek kalıyor.

Marcel Mathien’e göre bu ara kutupluluk çekim gücü, nesneleri ve insanları yerin yüzeyinden ayıran mesafe ile birlikte azalmaktadır: “Belli bir mesafeden itibaren çekim giderek azalır ve sonunda da tamamen ortadan kalkar. Bu durumda nesnelerin ve canlı varlıkların atomları hariç (atomların kendi içlerindeki bireysel çekimleri ve atomların kendi aralarındaki çekim) her şey bir ağırlıksızlık hali içindedir. Ancak, bu ağırlıksızlığın atomik yapıların tabanında da etkili olabileceğinden şüphe edilebilir, maalesef! Buna göre de pozitif olarak kutuplanmış bir insan, toprak alanları ve sular tarafından çekilir. Bir kere suya girdi mi, işte artık negatif durumdadır ve bu kez de tüm negatif kutuplulukta olanı kendine doğru çekmekte olan dünya merkezinin etkisiyle diplere doğru çekilir. Diğer taraftan yeryüzü merkezinin bu pozitivitesi Ay’a (ki, o da aynı şeyi yapmaktadır) kavuşmak için yer kabuğunun negativitesini aşıp geçer; öylesine ki, gezegen ile uydusunun pozitiviteleri kendi negatif yüzeylerinden geçerek birbirlerinin bu negatif yüzeylerini çekebilmek için etkide bulunurlar. Bu bir tür evliliktir, karşılıklı ve değişmez bir çekimdir.”
Tıpkı sonsuz uzayları işgal eden sayısız galaksilerde olduğu gibi, Güneş’in uydusu durumundaki gezegenlerin de balesini yöneten işte bu devasa ve seyyal kutupluluk oyunudur. Evrenimizin mimari yapısının ve yapışıklığının tatminkar bir açıklamasını yalnızca Genel Çekim Yasası tek başına veremez. Tüm maddi bedenlerin, kütlelerinin doğrudan etkisi ve mesafelerinin karesinin tersine etkisi yüzünden birbirlerini çektiklerini iddia eden Newton, maddenin gerçekten de maddi olduğunu ve bilhassa ağırlığı vasıtasıyla tanımlanabileceğini varsayarak düşünce üretiyordu. Halbuki madde de enerjiden ibarettir ve enerjinin de ağırlığı yoktur. Ne elektriğin, ne manyetik alanların, ne kinetik enerjinin, ne mıknatıslanmanın ağırlığı ölçülemez. Diğer taraftan ağırlık bizzat kendiliğinden mevcut olan bir şey değildir, çünkü stratosferde hiçbir şekilde algılanamamaktadır. Bir kilo elma aldığımızda belli sayıda meyveye denge oluşturan şey bir ağırlık değil, ancak bir kilo adı verilen bir “karşıt kutupluluktur”. Ay üzerinde, bu ileri sürülen ağırlık çok daha fazla miktarda elmaya denge oluşturacaktır. Niçin? Çünkü Dünya’ya kıyasla daha küçük olan Ay “kütlesi” daha zayıf bir atomik kutupluluğa sahiptir. Daha büyük olan Güneş çok daha güçlü bir polarizasyona (kutupluluğa) sahiptir. Ancak bu her üçünün de temel kutupluluğu aynıdır. Birbirlerinden farklı oluşları asla ağırlık nedeniyle değildir, ancak daha az ya da daha çok kutupluluk içeren kütlesel hacimlerinden kaynaklanmaktadır.

Sonuçta hiçbir şeyin, kesinlikle hiçbir şeyin ağırlığı yoktur; her şey kutupluluk vasıtasıyla birleşir ve demek ki Newton yasası da yanlış formülleştirilmiştir.
Bu cüretkar ve belki de saygısızca eleştirimizin tek hedefi Newton değildir. Evrensel kutupluluk kuramı bizleri Arşimed ilkesi olarak da bilinen ve hidrostatiğin temelini oluşturan ilkeyi de çürütmeye sevk etmektedir.

SULARA GÖMÜLMENİN NEDENİ AĞIRLIK DEĞİLDİR

Arşimed burada, mevcut bulunmayan bir gücün etkisini tanımlamaktadır. Aslında ne suda ne de başka bir sıvıda, nesnelere aşağıdan yukarı doğru bir basınç yaparak onları yukarı kaldıran hiçbir kuvvet yoktur. Burada meydana gelen hadise tamamen bir kutupluluk olayıdır.

Bunu bir gemi örneği ile daha kolay anlayabiliriz: Şayet bu geminin yapımında kullanılan tüm sac plakalar üstüste dizilip suya bırakılırsa, hemen batacaklardır. Ancak aynı sac levhalarla inşa edilmiş olan gemi yüzecektir. Neden? Çünkü burada söz konusu olan ağırlık değil (çünkü ağırlık diye bir şey yoktur), kutupluluktur. Kutuplanabilir madde yayılmıştır, sayısız kutuplanma noktaları birbirlerinden ayrılmış, uzaklaştırılmış, dağıtılmıştır, ki bu da denizin negatif çekimini bölmüştür. Demek ki suda bir “direnç” meydana gelmektedir, ancak bu asla bir “yükselen güç” oluşturmaz: Bu, Kutupluluk Yasası tarafından yönetilen bir karşı tepkiden ibarettir. Su ancak Dünya’nın merkezine doğru “itilebilir”, çünkü kendisi de bu merkezin pozitif kutupluluğu yüzünden oraya doğru çekilmektedir, yoksa yerkürenin dışına çıkıldığında söz konusu bile olmayan ve kendisinde var olduğu iddia edilen şu gerçek dışı ağırlığı yüzünden değil.

“Arşimed ve Newton’u böylece evrensel kutupluluğun lehine biçimde çürüttükten sonra,” dedi Marcel Mathien, “yetkisizlik eşiğinden kesinlikle geçmiş bulunuyorum ve şayet tartışma konusu olan bu ilkelerle ilgili olarak kaygılarımı giderirlerse bundan büyük hoşnutluk duyacağım. Evrensel Genel Çekim Kuramı, elmanın Newton’un burnuna düşüşü kadar tüm yıldızların, tüm gezegenlerin birbirleri etrafında dönüşlerini de açıklama iddiasındadır. Ancak hiç kimse çıkıp da bu çekimin yıldızlar için neden yalnızca dairesel olup da Newton yasası için merkezcil (konsantrik, bir noktadan yönetilen) olduğunu açıklayamamaktadır.”

” Tabii ki yıldızlar için ‘genel çekim’ ve bedenler üzerinde yeryüzünün çekimi olarak tanımlanan ‘yerçekimi’ arasındaki farkı görmektedirler. Çok doğrudur, ancak bu ‘yerçekimine’ neden gerçek adı verilmez ki. Çünkü çekim, sonuçta meydana gelen olgudur, asla devindirici gücün kendisi değildir. Devindirici güç, kaynaşmakta olan bu kütlenin pozitif kutupluluğu vasıtasıyla merkeze birleşmiş olan yer kabuğunun negatif kutupluluğudur. Açıklanamayan sır, şayet merkez pozitif kabuk da negatif olduğuna göre, uyduları kendi yörüngelerinde tutabilmek için bu kütlenin bütününün nasıl tamamen pozitif olabildiğidir.”

Kabul edilmesi gereken hakikat, hiçbir şeyin ağırlığı olmadığıdır: Her şey kutupluluk vasıtasıyla biraraya gelmiştir.

Ağırlık ile kutupluluğun hiçbir ortak yanları yoktur. Kutupluluğun bir ağırlığı yoktur, ancak Newton tarafından fark edilen genel çekimin temelini ve açıklamasını oluşturur. Ağırlık yalnızca yeryüzüne ait bir fenomendir. Ağırlığın yalnızca tek bir kutupluluğu vardır; o da pozitiftir ve bu da onu düşmeye mecbur eder, çünkü hiçbir negatif kutupluluk, kendisi de negatif kutuplulukta olan yeryüzü kabuğuna dokunamaz. Kutupluluk üçlüdür: Pozitif, negatif veya nötr; ve inebildiği gibi çıkabilir, yatay olduğu gibi eğik de gidebilir, her yöne doğru etkide bulunabilir.

Ne Arşimed ne de Newton, belki de görmüş olduğumuz gibi yalnızca genel çekim kuvvetini değil, aynı zamanda manyetik ve nükleer gücü de kapsayan temel güç olan bu evrensel kutupluluğu düşünememişlerdir.

Maddi olarak tanımlananın gerçekte maddi olmadığı giderek daha belirgin olmaya başlamıştır. “Öğesel tuğla”yı keşfedebilmek amacıyla maddeyi sonsuz küçük bölümlerinden kırabilmek için dev siklotronlar yapılmıştır. Gerçekten de “kuark”lar ve “eon”lar bulunmuştur; asla yakalanamayan, hatta hayal bile edilemeyen, çünkü ne ağırlıkları, ne hacimleri ve ne de yüzeyleri bulunmayan tanecikler…

Fiziğin doruk aşamasını temsil eden atomik denklemlerde maddenin değil, yalnızca enerjilerin hesaba katıldığını gözlemlemek hayli ilginçtir: Maddenin gerçek oluşturucuları olan olağanüstü temel ve sonuç enerjilerini ortaya çıkarabilmek amacıyla madde demateryalize (maddi olmayan hal) edilmektedir. Son analizde, maddenin içinde daha yavaş ya da daha hızlı titreşen enerjiler olduğu ve bunların birbirleri üzerinde yaptıkları etkilerin tüm diğerlerini yöneten tek bir egemen gücün boyunduruğunda olduğu görülmektedir: Şu harikulade kozmik çimento, kendisi olmaksızın yaradılışın biçimsiz bir magma ve kaynaşmakta olan bir kaostan ibaret olacağı şu ilahi düzen, evrensel kutupluluk.

LEVİTASYON

Bu gerçeğin ışığı altında, pek çok sırlar gayet akılcı biçimde delinip geçilebilmektedir. Dürüst ve samimi tanıklar tarafından aktarılmalarına rağmen birer yanılsama olarak kabul edilmiş bazı fenomenler artık açıklanabilir gerçekler olarak ortaya çıkmaktadır. Bazı mucizeler de bundan böyle mucize olmaktan çıkmış ve kutupluluk oyununun doğal sonucu durumuna geçmişlerdir.
Örneğin, levitasyon olayını ele alalım. Bunun gerçekliği ancak astronotlar tarafından bilinen ağırlıksızlık ortamlarında bulunulduğunda kabul edilmiş ve tüm bilim adamları tarafından yeryüzünde gerçekleşmesi imkansız olarak nitelendirilmiş ve inkar edilmiştir. Yerden santimetrelerce yüksekte havada asılı durabilen yogileri görmüş olduklarını aktaran kimi ayrıcalıklı tanıklar ise bazı yanılsamaların kurbanları ya da usta illüzyonistlerce aldatılmış kişiler olarak tanımlanmıştır. Altın Efsane’ye gelince, mistik transları esnasında havada süzülen Avilalı Azize Tereza’nın harikulade yeteneklerine ilişkin öyküler biraz da saygıdeğer bir şüphecilikle okunmaktadır.

Ancak, evrensel kutupluluk kuramı bu inanılmaz olaylara bir açıklama, bilimsel bir doğrulama getirmektedir. Bu durumda, ağırlık yasası ile yönetildiğinde doğal olarak imkansız olan levitasyon, basit bir kutupsallık değişimi ile gerçekleştirilebilir olmaktadır. Bizler hepimiz pozitif olarak kutuplanmış durumdayız, ki bu da bizi normal olarak Dünya yüzeyine (negatif) bitişik tutmaktadır. Topraktan ayrılabilmemiz için fiziksel bir çaba harcamamız ya da mekanik veya enerjetik bir yapay yardımdan yararlanmamız gerekmektedir ki, sonunda yine kaçınılmaz biçimde düşeriz. Fakat şayet kendimizi negatif olarak polarize edebilirsek (kutuplayabilirsek) asla düşmeyiz; çünkü bu durumda negatif olan Dünya yüzeyi tarafından çekilmez, aksine, itiliriz.

Kendi bedeninin kutupluluğunu tersine çevirmek doğal olarak herkesin harcı değildir. Atomlarımızın nötronlarına etkide bulunmanın yolunu keşfetmemiz gerekir, çünkü bu nötronlar (isimlerinden de anlaşıldığı üzere nötrdürler) her iki kutupluluğu da, yani hem pozitife, hem de negatife dönüşebilmektedirler; halbuki protonlar ve elektronlar değişmezdir. Ayrıca teknik olarak tanımlayabileceğim bir zorluk daha söz konusudur, o da hücresel kutupluluğu etkilemeden bedenin bütünsel kutupluluğunu etkileyebilmek meselesidir.

Şurası bellidir ki, bu yöntem henüz ne üstatlar tarafından öğretilecek, ne de öğrenciler tarafından öğrenilip uygulanacak kadar bilinmemektedir. Demek ki, gerçek levitasyon olaylarında bizleri keşfetmeye davet eden daha pek çok rastlantı ve sır gizlidir. Ancak bunun mucize olmadığını tüm evreni yöneten bir fiziksel yasanın basit bir sonucu olduğunu fark etmiş olmak da az şey değildir.
Ayrıca sular üzerinde yürüyen İsa Mesih’in böyle davranmış olmakla (ve Tanrı’nın temsilcisi olarak) doğa yasalarına karşı gelmeyi değil, tam tersine bunun en harikulade ifadelerinden birini sergilemeyi hedeflemiş olduğunu düşünmek daha doğrudur.

Çev. Halûk Özden
(Roger de LAFFOREST’in “La Magie des Energies” isimli kitabından çevrilmiştir)