Bilimin Fonksiyonu ve Modern Araştırmalar

Bilimin Fonksiyonu ve Modern Araştırmalar

Fadime Emir-

Bilim; bilmek, tanımlamak ihtiyacından doğmuştur. İnsanoğlu tarihinin her döneminde pek çok şeyi sorgulamış, sorguladıkça yeni yeni yöntem ve metotlar keşfetmiştir. Bu keşiflerle, duyular kanalıyla kavranılamayan ilke ve prensiplere ulaşılmış, maddenin, evrenin, kozmosun dinamik düzenini sağlayan yasaların bir kısmı adım adım keşfedilmiştir. Bugün gelinen noktada, “keşfedilecek herşeyi keşfettik, artık araştırılacak hiçbir şey kalmadı” diyemiyoruz. Binlerce üniversite ve çeşitli enstitüler kendi ihtisasları kapsamına giren pek çok şeyi araştırmakta ve elde ettikleri bulguları yayınlayarak insanlığın hizmetine sunmaktadır.

Bilim, sonsuz bir araştırma alanına sahiptir. Uçsuz bucaksız olduğunu bildiğimiz kainatımızın minicik bir gezegeninde yaşayan uygarlığımızın önünde, keşfedilmeyi bekleyen daha pekçok yasanın olması kaçınılmazdır. Özellikle 20. yüzyılda gerçekleşen bilimsel ve teknolojik gelişmeler sonucu neredeyse her gün yeni bir keşif, yeni bir veri ile karşı karşıyayız. Ve keşifler şüphesiz ki devam edecek ve bugünün kimi kabulleri de zamanı geldiğinde bilimsel yanılgılar denizinde yerini alacaktır.

Bilim tarihini irdelersek, yanlışlığı zaman içinde anlaşılmış bilimsel kabullerin ve teorilerin ne kadar çok olduğunu görüp şaşırırız. Genelin veya statik beyinlerin yanılgısı özgün araştırmacıları, çağdaşlarından bir adım öteyi gören öncü araştırmacıları hiçbir zaman yıldırmamıştır. Özellikle 1900’lü yıllarda bu öncü araştırmacıların sayıca artışı bir tesadüf değildir!
Gelmiş geçmiş zamanların dehası olarak kabul edilen ve bu ünvanı bilim alanında yaptığı keşiflerle gerçekten de hak eden Albert Einstein’ın bile “Tanrı zar atmaz” diyerek karşı çıktığı Heisenberg’in belirsizlik ilkesi, otoritelerin de yanılabileceğini kavramış olan fizikçiler tarafından test edilmiş ve Heisenberg’in görüşlerinin doğrulanması Einstein’in yanılgısı olmuştur.
Aklın, eldeki teknik olanakların sınırlılığını gözden kaçıran ve inanageldikleri kabullerin tepe takla olmasını hazmedemeyen zihniyetler her zaman var olmuştur. Fizikçi David Bohm, Psikiyatrist Stanislav Grof gibi bilim adamlarının da itiraf ettikleri gibi, bazı bilim adamlarının handikapı, bilimsel tarafsızlık adına araştırma yaptığını zannederken bilimsel dogmanın temsilciliğini yapmaktır. 

Değişik alanlarda uzman olduğunu iddia eden insanların artık kendi uzmanlık alanlarında boy gösteren sorunlarla başa çıkamayışı, zamanımızın en çarpıcı alametlerinden biridir. Çünkü her uzman, sadece kendi uzmanlık alanı içine hapsolmalarını sağlayan Descartes’çı indirgemeci anlayışın tutsağı olmayı sürdürmektedir. Bu tutsaklık bütünselliği görememelerine, parça ile bütüne ait tüm unsurlar arasındaki ayrıştırılamayan etkileşimleri gözden kaçırmalarına neden olmuştur.

Bunalımların bir ve aynı bunalımın değişik yüzleri olduğu çağdaş araştırmacıların bir kısmı tarafından yeni yeni fark edilmeye başlanmıştır. İşte bu nedenledir ki özellikle hastalıkların tedavisinde, yüzlerce yıldan beri uygulanagelen ancak batılıların son yıllarda anlamaya ve uygulamaya başladığı geleneksel şifacılık yöntemleri kullanılmaya başlanmıştır.

Geleneksel şifacılığın en önemli yanı holistik yani bütüncül bir sağlık anlayışına sahip olmasıdır. Holistik yaklaşımda birey sadece beden olarak ele alınmadığı gibi hastalığın da tek bir nedene indirgenmesi kabul edilemez. Ortalıkta dolaşmaya başlayan, insana hizmetten öte para kazanmayı hedefleyen ve kendine şifacı diyen bazı insanların “boğazın mı ağrıyor? demek ki senin düşüncelerini ifade edememek gibi bir sorunun var, belin mi ağrıyor? demek ki kaldırabileceğinden çok fazla yük almışsın” diyerek sığ bir yaklaşıma da sığınmaz. Hastalığın mikrobik olabileceğini, yanlış telkin ve kabullerin sonucu olabileceğini, kalıtsal olabileceğini, karmik bir nedenden kaynaklanabileceğini, organik veya psikosomatik bir nedenden kaynaklanabileceğini, stres kökenli olabileceğini vs. göz önünde bulundurur.

Bu nedenle hastalığın tedavisi sadece hasta organı iyileştirmeye de dayanmaz. Varlık; beden, zihin ve ruhsal bütünlük olarak görüldüğü için hem bedenin sağaltımına hem yanlış telkin ve negatif kabullerin pozitifiyle değiştirilmesine hem de ruhsal yönden içsel dinamikleri harekete geçirici olan realite değişimlerine teşvik edilir. Doğru beslenme, doğru düşünme ve varoluşsal amaçların farkındalığını geliştirmeye dayalı diye özetleyebileceğimiz holistik şifa anlayışı, modern tıbbın sunduklarından yararlanmayı da reddetmez. Bilim adamlarının titiz araştırmaları sonucu geliştirdikleri yöntem ve metotları da küçümsemez.

YOL AYRIMINA GELİNMİŞTİR

Kültürümüz bilimsel olmakla övünür; çağımıza Bilimsel Çağ adı verilmiştir. Bu çağ çoğunlukla tek kabul edilebilir bilgi olarak göz önünde tutulan rasyonel düşünce ve bilimsel bilginin egemenliği altında kalmıştır. O kadar ki, sezgisel bilgi ya da ruhsal tebliğlere dayalı bilgi uzun süre görmezden gelinmiştir. Bu görmezden gelmeye, toplumsal çoğunluk ve pek çok bilim adamı devam etse de, “üç maymun“ ile temsil edilen “görmedim, duymadım, bilmiyorum” pasifizmini reddeden öncü ve cesur bilim adamları yeni bir çağın, yeni bir kültürün şekillenmesindeki sorumluluklarını görmeye başlamıştır. 

Kuantum fiziğinin ortaya koyduğu yeni paradigmaları sorgulayan, kadim öğretiler ile kuantum fiziğinin ortaya koydukları arasındaki benzerlikleri çok çarpıcı bir biçimde gözler önüne seren fizikçi Frıtjof Capra’yı anmamak mümkün mü? Ayrıca; reenkarnasyon, ölüme yakın deneyimler, ölüm anında yaşanılanlar, değişik şuur halleri, telkin, telepati gibi alanlarda son derece septik araştırmalar yapan ve elde ettikleri bulguları mevcut önyargıları kaale almaksızın yayımlayan bilim adamlarından; Dr. Ian Stevenson, Dr. Raymond Moody, Dr. Michael Sabom, Dr. Kenneth Ring, Dr. Maurice Rawlings, Dr. Edith Fiore, Dr. Margot Grey, Dr. Sarah Kreutziger, Dr. Melvin Morse, Dr. Helen Wambach, Dr. Chet Snow, Dr. Joel Whitton, Joe Fisher, Dr. Elisabeth Kübler-Ross, Psikolog Richard Alpert, Dr. Harriet Linton, Dr. Robert Langs, Prof. Stanislav Grof, Dr. Russell Targ gibi pek çok isim, bu yeni akımın neferleri olarak isimlerini tarihe yazdırmışlardır.
Yeni kültürün şekillenmesindeki aktörlerin bir kısmı da süphesiz ki halkın içinden çıkmaktadır. Öncü araştırmaları okuyup takip edenler, yenilikçi düşünceleri ön yargının esiri olup elinin tersiyle itmeyenler, konferans ve seminer türü etkinliklere katılımlarıyla yeni kültürün şekillenmesine hizmet ederken, kendi gelişimlerine güzel kıymetler katanlar unutulmamalıdır.

Dünyanın pek çok ülkesinde yaşayan çağdaş bilim adamları ve isimsiz kahramanlar yeni kültürün şekillenmesine olan katkılarının kıvancını, derin şuurlarında her zaman bileceklerdir. Şuura malolan tecrübeden, şuura nakşolan bilgiden daha kıymetli bir şey olabilir mi? Kalıcı olan, birbirini ağırlayanların birbirine verdiği şilt veya plaketler mi? Kim götürecek bunları beraberinde? Hiç kimseyle değil, kendi derin şuurundakilerle yüzleşmeye başlanıldığında “vay be ne çok plaket almışım” diyerek bir üst realiteye mi sıçranacak? Hayır?

Realite değişimi için yani şuurun gelişimi ve tekamülü için maddi ödüllere ihtiyacımız yoktur. Bu ödüller bizim varlıksal olarak üstlendiğimiz hizmetlerimize karşılık dünya geleneğinde yeri olan bir teşvik unsurudur. Bunlara değil, asıl yapılacak hizmetlere kıymet verilmelidir. Hizmet anlayışında da bütünselliği göz önünde bulundurmak esastır. İnsanlığa hizmeti sadece teknolojik imkanlar sunmak, mekanik kolaylıklar sağlamak şeklinde algılayan batı toplumlarının açmazları çoktan su yüzüne çıkmıştır. İşte bu nedenle varlıkların ruhsal ve şuursal yönden gelişimlerine hizmet etmenin de gerekliliği düşünülmeye başlanmış, hal böyle olunca ister istemez doğu öğretilerinin, spiritüalizmin koyduğu ilkelerin incelenmesine kıymet verilmiş, şuur araştırmalarına başlanmıştır.

Asıl hizmet maddi olanakları geliştirmenin yanısıra ruhsal yönden, şuursal yönden de gelişime hizmettir. Tüketime endeksli bir konfor yaşandığı halde insanların içsel olarak hissettiği boşluk ve “anlam arama” ihtiyacına cevap aramaktır. Anlam arama ihtiyacının itilimiyle pek kaliteli olmayan organizasyonlarla zaman yitiren insanların tekamülünü hızlandıracak kalitedeki yayınlara ve araştırmalara ağırlık vermektir. İşte bilim adamlarının sorumluluklarını bu çerçevede gözden geçirmeleri gerekmektedir.

HER ŞEY POZİTİFE HİZMET EDER

Üstat Ergün Arıkdal: “21. yüzyıl, ruhun zaferini yaşayacağı ruhsallık dolu bir çağın başıdır.” diyor. İşte bu nedenle 21. yüzyılın’ın bilimi, yukarıda özetlediğimiz gelişmelerin ışığında kurulacak spiritüel bir bilim olacaktır. Pek çok realite ve inanç sistemi ömrünü tamamlamıştır. 1840’lı yıllardan beri, dünyanın her tarafında spiritüalist akımlar yeşermektedir. Sevindirici olan bir başka yön ise bizzat bilim adamlarınca da yapılan çalışmaların spiritüel çalışmaları desteklemesi ve bilimin tek yönlülükten kurtulma işaretlerini vermesidir. Bilimin gerçek hedefine daha çok yaklaşmasıdır.

Hatta bilim, giderek yozlaşan veya statik hale gelen kimi spiritüel organizasyonlardan çok daha işlevsel, çok daha saygın bir fonksiyon üstlenebilir. Bir kültür son demlerini yaşarken spiritüel bir kültür de gelişmektedir ve bu kültürün şekillenmesine katkıda bulunan bilim adamlarını saygıyla anmak görevimizdir.

SONUÇ VE SORUMLULUK

Gerçek bilim, bilgiyi bir bütün olarak görür. Ruhsal bilgi maddesel bilgiden daha kıymetlidir demediği gibi, maddesel bilgi ruhsal bilgiden daha kıymetlidir de demez. Önemli olan ruhsal ve maddesel bilginin dengeli olmasıdır. Yeryüzündeki karmaşanın, ıstırabın, savaşların asıl nedeni bu dengenin kurulamamasıdır. Materyalist bilgiyi salt bilgi olarak kabul eden anlayışlar kadar ruhsal bilgiyi salt bilgi kabul eden anlayışlar da hatalıdır.

Bu çerçevede, bilim adamlarına çok önemli bir sorumluluk düşmektedir. Kuantum fiziğindeki gelişmeler, şuur araştırmaları vs. bilim adamlarına bu tarihsel sorumluluklarını hatırlatması açısından çok önemlidir. 

Mistiklerin, doğu öğretilerinin, ruhçuların yüzlerce yıldan beri ifade ettikleri evrensel teklik meselesi, tüm kozmosun varoluşunda amaçlı bir tasarım ve şuursal bir bütünlüğün varolduğu gerçeği, canlı dediğimiz varlıkların bu kozmik şuurla olan bağlantıları bilim tarafından da çok çarpıcı bir biçimde ifade edilmeye başlanmıştır.
Dünya insanlığı hiçbir çağda yalnız ve bilgisiz bırakılmamıştır. Olup biten her şey Dünya okulunun görüp gözeticileri olan ruhsal organizasyonların bilgisi dahilinde olmaktadır. Bilim adamlarının pek çoğunun hayatında şimşek gibi çakıveren düşünceler, kehanet tipi rüyalar vardır. Örneğin Mendelyev kimyadaki periyodik cetveli rüyasında tamamlamıştır. Rüyalar, içe doğuşlar, öncü düşünceler, sezgiler, bir anda söze veya yazıya dökülüveren gerçeklikler yukarının yardımlarıdır. 

Demek ki hem bilimsel gelişmeler hem ruhsal tebliğler daha üstün şuurların aktardığı bilgilerdir. İşte yeni çağa, bilgi çağına geçişte spiritüel bilginin yayılmasında kullanılabilecek en önemli araçlardan biri de internet olacaktır. 

Gerçek küreselleşme spiritüel bilginin yayılmasıyla olacaktır. Kendini ve evrensel tekliği bilen insanlığın silahlara, sınırlara ve birbirini düşman gören inançlara ihtiyacı kalmayacaktır.
Bilimin en önemli fonksiyonu birleştiriciliğidir. Çünkü bilimin ortaya koyduğu ilke ve prensipler tüm insanlığa hizmet eder. Bir bilim adamının ispatladığını kabul etmek için herkesin o ispat aşamasını yapması gerekmez. Bu nedenle bilim tüm insanlığa hizmet eder. İnsan bilim için değil bilim insan için olmalıdır. Bu yüzden bilim adamlarının ortaya koyacakları ve koymaya başladıkları hakikatler, insanlığın birleşik bir çatı altında toplanmasını hızlandırabilir.

Dünya okulu üzerindeki varlıklarla birlikte bir tekamül hamlesi yapmak üzeredir. İşte bu küresel sıçrayışta bilim adamlarına da çok önemli vazifeler düşmektedir. Zaten her varlık bütüne hizmet etmekte, her varlık kozmik bir vazifeyi yerine getirmektedir. İnsanlık, çok yönlü biçimde kitlesel olarak bilgilenmeye başlamıştır. Geri dönüşü olmayan bu süreçte, gerek bireyler olarak gerekse üstlendiğimiz toplumsal sorumluluklar adına “ne durumda olduğumuzu, ve ne yapmakta olduğumuzu” bir an önce sorgulamak zamanı gelmemiş midir?

MODERN ŞUUR ARAŞTIRMALARI

Modern şuur araştırmaları daimi felsefenin, ruhçuların, kadim öğretilerin temel ilkelerini destekleyecek türden önemli veriler elde etmiştir. Bu araştırmalar tüm kozmosun temelinde amaçlı bir tasarım bulunduğunu ve tüm varoluşun yüce bir zekayla kaplı olduğunu göstermiştir.

Bu yeni keşiflerin ışığında ruhsallık, bilim camiasında da kabul görmeye başlamıştır. Bilimde uzunca bir süre mistik gelenekler, ruhçu bilgiler önemsenmemiş hatta “akıldışı” ve “bilimdışı” olmakla suçlanmıştır. Ancak, ÖYD’ler, deneysel şuur araştırmaları gibi bilimsel çalışmalar, yavaş yavaş da olsa bu dogmatik önyargıyı yıkmaya başlamıştır. İnsanlık dinsel dogmanın olduğu kadar bilimsel dogmanın da sakıncalarını yaşayarak tecrübe etmiştir ve etmektedir.

Modern şuur araştırmacılarından olan Dr. Stanislav Grof şöyle demektedir:
“Bilim ve modern şuur araştırmaları, batı medeniyetine kaybettiği manevi değerleri yeniden sunan bir konuma gelmiştir. Maddi alem, materyalist bilimin söylediği gibi tek gerçeklik olmayıp mutlak şuurun görünümlerinden biridir. Şuursal deneyimler, kozmik yaratılışın maddi dünyamızla sınırlı olmadığını, birçok farklı düzeyde ve boyutta tezahür ettiğini gösterir. 
Son 20-30 yıl içinde batı dünyası çeşitli kadim yolların, manevi uygulamaların yeniden canlanışına tanık oldu. Modern derinlik psikolojisinin temsilcileri, ruhsal açılımı olası kılan etkili ve yeni yaklaşımlar geliştirdiler. Bu yöntem ruhsal dönüşüm ve şuur evrimiyle ilgilenen herkese açıktır.

Şimdiki küresel krizi mevcut stratejiler çözemez. Çünkü bu küresel kriz ruhsal bir krizdir. Bu nedenle insanlıkta köklü bir içsel dönüşüm gerçekleşmeden ve daha yüce bir duygusal olgunluğa ve ruhsal farkındalığa yükselmeden bu krizi çözmeyi hayal etmek güçtür ama ümitsiz değildir. İnsanların yapacağı mantal yayınlar, küresel krizi çözmede önemli bir rol oynayabilir. Ekolojik bilinç, diğer varlıklara yapılan sevgi hareketleri dönüştürücü olabilir. Bilim, üzerinde yaşadığımız dünya hakkında bilgi edinmenin en güçlü aracıdır. Ruhsallık ise hayatımıza anlam vermede vazgeçilmez bir kaynaktır. Bilimin asıl fonksiyonu birleştiriciliği olmalıdır.” 

Dileğimiz, ülkemizdeki bilim adamlarının da böylesine bir yaklaşımı benimsemeleri, yukarıda bahsedilen isimlerin araştırmalarını bir an önce incelemeleri ve bu alanda yapacakları hizmetin ne kadar kıymetli olduğunu sezinleyip benzer çalışmaları ülkemizde de başlatabilmeleridir.