Mu Uygarlığı Sembolizmi

Mu Uygarlığı Sembolizmi –

Gülfer Ülgentay-

Günümüzden yaklaşık 12.000 yıl kadar önce Pasifik Okyanusu’na gömülmüş olduğu kabul edilen Mu kıtası, James Churchward’ın araştırmalarına göre uygarlığımızın başlangıç noktasıdır. Bu büyük uygarlığın bırakmış olduğu miras, kendinden sonraki tüm uygarlıklar tarafından paylaşılan dinsel ve mitik sembollerin birliğinin temellerini oluşturmaktadır. Bu yazı dizisinde, çeşitli uygarlıkların öğretilerinde rastlanan ve kökenleri Mu Uygarlığı’na dayanan belli başlı semboller ve açıklamaları ele alınmıştır.

SEMBOLİZM NEDİR? NEDEN GEREK DUYULMUŞTUR?

Yazımıza öncelikle tarihsel açıdan sembolizme neden gerek duyulduğunu inceleyerek başlayacağız. Birtakım şeyler niçin mecazi ve benzetmeli bir şekilde kullanılmıştır? Buna neden gerek duyulmuştur? Geçmişte insanlar bir fikri izah etmek için birçok yollar denemişler, bu fikrin içeriğini ve anlamını kademeli şekilde insanların anlayışlarına ve olgunluklarına göre birtakım kalıplar içerisine koyup, takdim etmişlerdir. Özellikle ezoterik, gizli tutulması gerekmiş olan birçok bilgiler sembollerle anlatılmıştır. Yani doğrudan doğruya bir fikir, bir bilgi izah edilmemiştir.

Sembol, anlatmak istediği fikri, kısa, en kesin ve en belirli şekilde ifade eden bir işarettir. Bir bilgiyi aktarırken, karşımızda eğer farklı seviyelerde kişiler varsa bunlara bazı hakikatleri doğrudan doğruya ifade etmekte zorlanabiliriz. Bazı insanlara bir fikri açıkça, herhangi bir kalıba sokmadan anlatabilirsiniz. Bazı kişilere ise bunu bir benzetme yoluyla anlatmanız gerekir. “Yani nasıl?” gibi bir soruyla karşılaştığınızda, buna benzer bir tabiat olayını anlatarak alegorik tarzda izah etmeniz lazım. İşte orada bazı vakaları sembolik hale getirmiş oluyoruz.

İnsanlara kendi idrak seviyelerine ve anlayışlarına göre, aynı bilgiyi her defada vermenin en güzel yolu, onu sembolleştirmektir. Bir tek şekil ortaya koyacaksınız ve o şekil herkes için objektif bir şey olmalıdır.
Geçmiş dönemlerden, günümüze kadar kullanılan semboller, mecazlar ve benzetmeler o dönemlerde verilen bir bilginin istismar edilmemesi, insan iradesinin ruhsal çabasının eksilmemesi için kullanılmıştır. Çünkü bir sembolün çözülebilmesi, açılabilmesi kolay olsaydı ya da bazı bilgiler sembollere büründürülmeden gerçek anlamlarıyla verilseydi tekamül bakımından o bilginin taşıdığı yükü, sorumluluğu taşıyamayacak insanların elinde tehlikeli bir duruma girerdi. Bu yüzden hemen hemen 12.000 yıldan beri kullanılan semboller bir çeşit bilgiyi korumuş, ehil olmayan insanlar bundan yararlanamamıştır.

Sembolizmin en büyük iki özelliği; bir bilgiyi içermesi ve bir bilgiyi saklamasıdır. Bilginin bu şekilde saklanışı tüm insanlar için ortak bir dil haline gelmektedir. Dünyada tüm dinlerde öyle semboller vardır ki çağlar boyu, insanların evrimlerinde büyük değişiklikler olsa da aynı fikri onlara tekrar verebilmektedir. Böyle bir sadeliği ve böyle bir biraraya getirici özelliği vardır.

Pek çok kadim uygarlığın ve günümüz uygarlıklarının mitolojilerini gerçek anlamda incelediğimizde aslında hepsinin sembollerle anlatılmış gerçek bilgiler olduğunu görebiliriz. Tabii ki tüm anlatılanları bire bir anlamadan oradaki sembollerin gerçek anlamlarını çözmeye çalışarak bunu görebiliriz. Aslında tüm mitolojiler yaratılışı, evreni ve insanı konu alan sembolik ifadelerdir. Mitolojilerde geçen ilahlar İdareci Planları ve Evrensel Yasaları ifade eder.

Burada konumuz Mu Uygarlığının kullanmış olduğu kadim sembolleri incelemek olduğu için mitoloji konusuna girmeden Mu’nun kullandığı sembollerin ne anlama geldiğini neler ifade etmeye çalıştıklarını inceleyeceğiz. Bu sembolleri inceledikçe günümüz ve kadim uygarlıkların efsanelerinde ve dinlerinde de gördüğümüz ve bildiğimiz ancak özünden farklılaştırılarak kullanılmış pek çok sembol ve ifadenin çıkış yerinin anavatan MU olduğunu göreceğiz. Çünkü, MU Uygarlığı tarafından ideale varmalarına bir araç olarak kabul edilen o zamanki sembollerin, sonradan başka memleketlerde (kolonilerde) hem şekilleri, hem de manaları değişmiş ve Sembol kavramı Mısır’da ortadan kalkarak bunlar İLAH olarak kabul edilmişlerdir.

Erken dönem insanlığının dinsel öğretilerinde kullanılan semboller genelde kutsal semboller diye bilinir. Semboller ilk kullanılmaya başlandığı zamanki hedefleri, bireyin zihnini Sonsuz olanın üzerine yoğunlaştırabilmesine olanak sağlamak, bakışını sembol üzerinde sabitleştirmek suretiyle dikkatinin dış seslere veya görüntülere çekilmesinin önüne geçmekti. Sembolün kendisine tapılmayacağı veya ibadet edilmeyeceğini öğretmede çok titizdiler. Eğitimi boyunca erken dönem insana ne kadar kutsal olursa olsun hiçbir sembolün herhangi bir şekilde putlaştırılmayacağı sürekli anımsatılıyordu. O sadece kişinin zihninin etrafta dolaşmasını engellemeye yarayan bir şekildi. Mu dininin bir teolojisi ya da dogmaları yoktu. Her şey en basit, en anlaşılır, en eğitimsiz bir zihnin dahi kavrayabileceği bir dille öğretiliyordu. Teolojiler ve dogmalar dine Anavatan’ın batışından sonra sızdılar. Kontrol edici tesir ortadan kalkınca dinde çelişkiler de başlamış oldu. Başlangıçta yalnızca üç sembol kullanılmıştı. Bunlar anlaşıldığı zaman bu semboller birleşik hale getirildi ve yeni semboller geldi. Zaman geçtikçe de bunların sayısı gideek arttı ve giderek daha kompleks oldular.

Başlangıçtaki üç sembol; Daire, Eşkenar Üçgen ve Kare idi. Şimdi neden bu sembollerin seçilmiş olduklarına bakalım.

DAİRE : Güneşin çizimiydi. Tüm sembollerin en kutsalıydı. Sonsuz olanın sembolü olarak kullanılıyordu. O’nun (Tanrının) tüm niteliklerini kapsadığından dolayı da tektanrılığın sembolüydü. Bu sembol için güneşin seçilmesinin nedeni o zamanın insanının görüş açısına giren ve anlayış kapasitesine hitap edebilen en muktedir nesne olmasıydı. Daire ile gösterilmiş olan bu güneş sadece Tektanrılıcılığın sembolüydü ve eskiler tarafından Ra adı altında anılmaktaydı.

Bir de doğadaki yani gökteki cismi temsilen kullanılan güneş resimleri mevcuttu. Bu sembol ise bir daireden çıkan 8 ışınla gösteriliyordu. Bu Mu’nun Kraliyet Arması üzerindeki sembolüydü. Ayrıca ışınları olan yükselen güneş çizimi ise Mu’nun koloni İmparatorluğunu simgeleyen bir semboldü. Işınları olmayan ve ufkun üzerinde yarıya kadar yükselmiş güneş resmi ise iki şeyi simgeliyordu. Bir tanesi batan güneşin sembolüydü diğeri ise Mu’nun bir kolonisinin, koloni İmparatorluğuna dönüşmeden önceki sembolüydü.

Ra’ya yani güneşe, Yaradan’ın Kendisi olarak değil, yalnızca bir sembol gözüyle bakılıyordu. İbadet edilen Yaradan’dı, sembol ise sadece onu temsil emek üzere kullanılıyordu. Başlangıcı ve sonu belli olmayan daire aynı zamanda ebedi varoluşu, sona ermemeyi ve sonsuzluğu temsil ediyordu. Daha sonraki dönemlerde dairenin birden fazla şeyi temsil etmek için kullanılması nedeniyle Nagalar bu dairenin içine bir nokta eklediler, Uygurlar ise bu dairenin içine küçük bir daire daha eklediler.

İnsanlığın erken tarihinde Tek Büyük Sonsuz dışında başka tanrılar yoktu. Tanrılar dinsel seremonilere daha geç tarihte sızdılar. Tanrılar, Dört Büyük Güce (daha sonra inceleyeceğimiz) tanrı isimleri verilmesiyle doğdu. Kadim yazı formlarını ve sembolizmi bilmeyen bilim adamları ve arkeologlar ne yazık ki eskilerin aslında yalnızca sembol olarak değerlendirilen Güneş’e taptıkları şeklindeki hatalı görüşlerini yayımlamışlardır. Oysa Güneş’e adanan her mabette hedef Tanrı, Tek Varlık ya da O’nun yaratılıştaki eril niteliği olan Kadir-i Mutlak idi.

EŞKENAR ÜÇGEN: Eşkenar üçgen ilk insanların dinsel öğretileri için tasarlanan ilk üç sembolden birisidir. Bu tasarım için üç ayrı kara parçasından oluşan ve coğrafi olarak Batı Ülkeleri diye anılan Anavatan’ın coğrafi yapısından esinlenilmişti. Bir tanesi kıtasal boyutlarda, diğer ikisi küçük olan bu kara parçaları birbirlerinden dar boğazlarla, Mısırlıların deyimiyle kanallarla ayrılmıştı. Gelenek ilk önce kıta boyutlarındaki parçanın ortaya çıktığını, diğer iki küçük adanın farklı zaman dilimlerinde onu izlediğini söyler. Üç ayrı zamanı kapsayan bu fenomeni açıklamak için seçilen şekil üçgendi. Üçgen üçleme sembolizmine bağlı olarak Cenneti temsil etmek için de kullanılıyordu.

KARE: İlk ve orijinal kutsal semboller üçlüsünün sonuncusu dört kenarlı karedir. Yeri, dünyayı simgeliyordu. Dört köşe de dört ana yönü; Kuzey, Güney, Doğu ve Batı’yı simgeliyordu. Zaman zaman kullandığımız “Dünyanın dört bir köşesi” terimini düşünecek olursak, bunun da bize ilk insandan bu yana gelen kavramlardan biri olduğunu söylemek mümkündür.

Churchward’ın araştırmalarına göre; bütün bu kutsal sembolleri Güney Denizi Adaları’ndaki harabelerin taşları üzerine kazınmış olarak ve ayrıca Yukatan, Uxmal’daki Kutsal Sırlar Mabedi’nin duvarları üzerinde görülebilir.

YARATICININ İKİLİ PRENSİBİ: Bu kadim kavramların en ilgi çekicilerinden birisidir. Üreme eylemi için erkek ve dişinin gerektiği öngörüsünden kaynaklanmıştır; dolayısıyla bu da Yaratıcı’yı iki prensipli yapıyordu. Eril prensip güneşle, dişil prensip ayla simgelendi. Deyim yerindeyse farklı yönleri ifade etmek için sembollerin tasarlanması bu şekilde başlamıştı. Önce ikili kapasiteyi ifade etmek için bir sembol düzenlendi; Lahun denilen bu sembolün çevirisi “birdeki iki, ikideki bir”dir ve “her şey birin içindedir ve bir hepsidir” şeklinde genişletilebilir. Lahun glifi, ortasından bir çizgi çizilmiş bir dairedir. Eskiler için yanyana iki mabet inşa etmek olağandı. Bunlardan büyük olanı eril prensip olarak Güneşe ve küçük olanı da dişi olan Ay’a adanırdı.

Mısırlılara, Ay’ın Yaratıcı’nın dişil niteliğini simgelemesi yetmediği için ayı simgeleyenbir sembol tasarlanmış ve buna İsis adını vermişlerdi; böylece ortaya bir sembolü simgeleyen bir sembol çıkmıştı.

YARATICI’NIN SEMBOLLERİ : Yaratılış eskilerin en temel konularından birisiydi. Yaratma kuvvetine Kadir-i Mutlak’ın niteliklerinden birisi olarak bakılıyordu.

Eskilerin bu niteliği simgeleyen sayısız konvansiyonel tasvirleri vardı. Bunlardan en popüler olanı yılan sembolüydü. Yılan sembolü ile Yaratıcı’yı ve Yaratılış’ı simgelemekteydiler. Bu nedenle tüm kadim metinlerde bu sembolü görmek mümkündür. Kadim yontularda ve literatürde bu yılanların çok çeşitli tasarımlarını görmek mümkün. Bu yılanlardan ikisi özellikle belirgindir. Bunlardan birisi Anavatan’da Naga diye isimlendirilen kobradır. Bunun yedi başı vardı. Bu sayı yaratılışın yedi aşaması, yedi mantal alan v.s gibi kavramları karşılar. Yedi başlı yılan Mu’da vücuda gelmiş ve Naga adını almıştı. Mu’da bu sembolü kullanan kişiler de aynı isimle Nagalar diye anılıyordu.
Diğer yılan ise Quetzacoatl denilen tüylü yılandı. Derisi pul yerine tüylerle kaplıydı. Halen Yukatan ve Orta Amerika’nın balta girmemiş ormanlarında ve bataklıklarda görülebilir, fakat çok enderdir. J. Churchward keşif gezileri sırasında bu yılana bir kere rasladığını belirtmiştir. Yeryüzünde bilinen en zehirli yılan türüdür. Mu’da yaşayan ve Yaradan’ın sembolü olarak bu yılanı seçen kabilelerden birisi, tıpkı Nagalar gibi kendilerin onun ismiyle Quetzallar diye anıyorlardı.

Bu iki yılana da Yaratıcı Kuvvetlerin Kutsal sembolleri olarak, büyük bir saygıyla yaklaşılıyordu. Yerleri güneşin yani semboller içinde en kutsal olanın yanıydı.

MU’NUN KOZMOGONİK DİYAGRAMI: Bu diyagram dünyada bulunan tüm diğer kozmogonik diyagramların annesidir (sağdaki resim). Diğer tüm diyagramlar Anavatan asıllı bu özgün tasarımdan türemiştir. Mu’da her yeni yetişene bu diyagramın anlamı esaslı bir şekilde öğretilir ve Tanrı’ya ve ölüm sonrası ahiret hayatına inancı temin edebilmesi için tekrarlatılırdı. Tıpkı günümüz çocuklarına kendi kutsal kitaplarının öğretilmesi gibi kayıp kıtanın çocukları da kadim zamanlarda bu talimatlar doğrultusunda yönlendirilirlerdi.

Diyagramın merkezinde iki karşıt ve içiçe geçmiş üçgen içinde bir daire ya da halka yer alır. İçiçe geçmiş oldukları için bu üçgenler tek bir şekil oluşturmaktadırlar. Bu iki üçgen ikinci bir daireyle kuşatılmıştır. Bu şekilde daireyle aralarında on iki bölme meydana gelmiştir. Yine dış dairenin üzerinde de on iki bölme bulunmaktadır. Ana figürden çıkarak aşağı doğru inen kurdelede ise sekiz kısım vardır.

FİGÜRLERİN ANLAMI : Merkezdeki daire Güneşin resmidir ve Tanrı’nın sembolüdür. İki daire arasında, üçgenlerin iç içe geçmesiyle oluşan on iki bölme, semanın on iki kapısını simgeler. Her kapının simgelediği belli bir erdem vardır; Sevgi, Ümit, Yardımseverlik, İman ve Teslimiyet, İffet, bunların arasındadır. Listenin en başında sevgi gelmektedir. Böylece ruhun Cennetin kapılarından içeri girebilmesi için bu on iki erdeme sahip olması gerektiği anlatılmaktadır. Başka bir deyişle cennetin bu on iki kapısı on iki erdemle açılmalıydı. İkinci ve üçüncü daireler arasındaki boşluk, ruhun cennetin kapılarına gelmeden önce geçmesi gereken öte alemdir.

En dış dairenin kenarındaki on iki bölme ötealeme açılan on iki kapıdır ve ruh ötedeki aleme geçmeden önce maddi bedenin üstesinden gelmesi gereken on iki büyük dünyevi dürtüyü temsil eder. Aşağı doğru inen şeritler ise ruhun cennete ulaşabilmesi için yükselmesi gerektiğini simgeler. Eskiler yükselme deyimiyle fizik anlamda yükselmeyi değil kusursuzluğa daha yakın, daha üst bir seviyeye çıkmayı kastediyorlardı ve yükselme kaydedebilmek için insanın eylem ve düşüncelerinin nasıl olması gerektiğini anlatıyorlardı. Günümüz diline çevrildiğinde bu diyagram şöyle okunur:

” Cennete gitmek için sekiz yol olduğuna inanıyorum(bunlar birer birer sayılır). Bu yollardan geçtikten sonra ruhum ilk olarak öte alemin kapılarına ulaşacaktır. Bu kapılardan girebilmek için ruhum önce fiziksel bedenimin on iki büyük ayartıcıya galip geldiğini göstermek zorundadır (bunlar sayılır). Bunu yapabildiğimi gösterdiğim takdirde, ruhuma öte aleme geçme izni verilecektir. Bu geçiş cennetin kapılarına varmakla tamamlanır. Burada ruhum dünyadaki bedenimin on iki büyük erdeme sahip olduğunu kanıtlamak zorundadır. Bunu başardığımı gösterdiğim takdirde cennetin kapılarından girerek Semavi Babanın ruhumu teslim alacağı arşa, şanı muazzam Tanrı katına kabul edileceğim.”

Sembollere tapmayı ilk öğreten Mısırlılar olmuştur ki bu, Kadim dinde sıkı sıkıya yasaklanmış bir şeydi. Böylece putperestlik başlamış oldu. Bir sonraki adım ise Set adını verdikleri bir şeytanın varlığıydı. Bu habis varlık için bir nüfuz bölgesi hayal ettiler ve buna da Cehennem adını verdiler. Bu öğretilere göre orası hiç sönmeyen kükürtlü alevlerle dolu bir yerdi. Oraya atılan ruh ebediyen yanardı. Oysa ruhçuluk bilgilerimize göre insanın ruhu madde değildir, süptildir. Dolayısıyla hiçbir element ruha dokunamaz. Çünkü ruh, maddenin meydana gelmesine sebep olan yaratıcı güçtür. Yukarıda Mu’nun dini diyagramında da incelediğimiz gibi Mu’da şeytan diye bir şey bilinmediğinden, kozmogonik diyagramda cehennem diye bir şey yoktur. Mısırlılar tarafından icat edilene kadar cehennem, şeytan gibi kavramlar bililnmiyordu. Mısırlılardan başka Hint, Babil, Asur, Kalde’deki en belirgin eklemelerden bir tanesi cehennem kavramıdır. Mu dininde sadece insana bu dünyadaki yaşamı boyuncaiki tip tesire maruz kaldığı öğretiliyordu. Fiziksel bedeninden kaynaklanan maddi tesir ve ruhundan gelen ruhsal tesir. Ruhsal tesir maddeye üstün gelme gücüne sahipti ve zaten hedefi ya da kaderi nihayetinde ona egemen olmaktı. Ancak bunun gerçekleşmesi ve ruhun kendisinden geldiği Büyük Kaynağa geri dönebilmesi çok sayıda enkarnasyonu gerektirebilirdi.

KUTSAL DÖRTLÜ : Kutsal dörtlü sembolü de en eski dinsel kavramlar arasındadır. Başlangıçtan itibaren Kutsal Dörtlü için birden fazla sembol baş göstermişti. Bunun dışında farklı zamanlarda farklı uluslar tarafından verilmiş çok sayıda isim almışlardır. Bunlardan bazılarını şunlardır: Dört Büyük Varlık, Dört Büyük İnşa Edici, Dört Büyük Mimar, Dört Büyük Geometrici ve bugün de onlara Dört Baş Melek diyoruz.

Bu sembol aşağı yukarı gerek Kuzey ve Güney Amerika’da, gerekse Hindistan’da ve Mısır’da olmak üzere yüze yakın yerde muhtelif yer ve çağlarda bulunmuştur. Her parçası ayrı bir anlama sahiptir. Bu dört kutsal kuvvet esasen, Yaradan ve yaratma hakkında insanların ulaştıkları kavramları bir araya getirmektedir.

Dört Kutsal Kuvvet esasında yaratma emrini ve yaratma fiilini meydana getiren etkenlerdir. Deniyor ki, bu dört büyük kuvvet, vazifesini tamamladıktan sonra da fizik evreni doldurmuş bulunuyor. Yani, bu dört kuvvetin vazifesi yaratılış sona erdikten sonra sona ermeyip, bunlar, meydana getirilen fizik evrenin içerisinde erimiş ve halihazırda da dinamik kuvvetler halinde faal olarak bulunmaktadırlar

Bu sembolde önce ortadaki daireyi açıklayalım: Bu daire en eski adıyla Güneş’i yani Ra’yı temsil eder. Dinsel metinlerde kullanılan evrensel sembollerden biridir. Hala da bu sembol Güneş’i temsil ettiği gibi, Yaradan’ı da temsil eder. Çember en mükemmel bir şekildir. Sonu ve başlangıcı olmayan sonsuzu ifade eder. Burada dairenin içi ve dışı olmak üzere iki kısım vardır. Bu daire bazen ortasında bir nokta ile ifade edilir. Fakat bu sonradan yapılan bir eklemedir. Esas orjinal sembol daire sembolüdür. Dışı yaratılmış olanı, içi Mutlak’ı ifade eder. Mutlak ile yaratılmış olan arasında tam bir bağımsızlık ve ayrılık vardır. Yaratılmış olanların Kadir-i Mutlak ile direkt bir ilişkisi yoktur. Bu husus en azından 12.000 yıl önce böylece biliniyordu.

İkinci şekil hiyeratik tarzda olan (H) harfidir. Dairenin ortasında bulunuyor. Mu alfabesinde bu işaret (H) harfidir. Dört kutsal kuvvetin alfabetik sembolüdür. Dört Büyük Kutsal Kuvvet bu şekilde de ifade edilebilmektedir. Şekil yazıyla bunu çizmişlerdir. Dikkat edilirse bunun bir ucu daireye bitişiktir. Bu da gösteriyor ki, dört kutsal kuvvet Yaradan’dan sadır olmuştur. Yani o kuvvetler de bir mahlûk sayılabilir. Bu bağlantı bu manayı temsil ediyor. Hatta onun ağzından çıktığı manasına da gelebilir. Yani bu dört tabiat kuvveti vasıtasıyla fizik evrenin Yaradan’ın isteği ile, emri ile arzusu ile ortaya çıktığı ifade edilmektedir.

Mızrak,(ok) ucu gibi sivri olan kısımlar, kuvvetin sembolüdür. Bunlar daima, batıdan doğuya doğru hareket ederler. Soldan sağa doğru, saat istikametindeki bu dönüş, aynı zamanda gezegenlerin dönüşüdür.
Bir yay ve üzerindeki dikensi çıkıntı, dört kuvvetin her biri bir ok, bir mızrak ya da bir cirit gibi bir faaliyet sembolüdür. Kuvvetin ölü olmadığını gösteriyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, yaradılış bittikten sonra bu dört kutsal kuvvet, işini bitirip bir kenara çekilmiş değil, yaradılmış olanların içerisine dalmış ve gitmiştir. Bu da faaliyetin batıdan doğuya doğru olduğunu gösterir.

Beşinci sembolümüz, geometrici kelimesini oluşturur. Bu glifin Naga dilindeki karşılığı geometrici olduğu için böyle çevrilmiştir. Bu şekil dört kutsal kuvvetin her birinin iç kısmına kazınmıştır. Böylece bunlar dört büyük geometri anlamına gelir. Bunlar ana kuvvetlerdir. Zira Yaradan’dan çıkar şekilde gösterilmiştir. Uçlar daima ortadaki daireye kazınmış vaziyettedir.

Altıncı olarak dört kutsal kuvvetin kesişmeleriyle meydana gelen, batıdan doğuya hareket gösteren, kainatı sembolleştiren bir daire… Sonuç olarak kainattaki bütün cisimlerin hareketlerini idare ederler. Bu bütün cisimlerin batıdan doğuya döndüklerini gösterir. Aynı zamanda bu hareket bir merkez etrafındadır. Bu merkez büyük, sonsuz Kadir-i Mutlak’tır.

Görülüyor ki, ilk bakışta bir çocuğun çizebileceği bir motif gibi gözüken bu sembol, birazcık anlayışla açıklandığı zaman , büyük anlamlar içermektedir. İnsanlıktaki çeşitli anlayışların temellerinden birini de bu sembol teşkil eder. Yani yaratılış, yaratılmış olan ve Yaradan. Fiil ve sonucu… Ve bütün bunların hangi kuvvetlerle meydana geldiğini ifade etmektedir.

Sembole göre yaratılış, doğrudan doğruya Yaradan’dan başlamıştır. Asıl merkez O’dur. Kainatın merkezi yoktur. Bütün gök cisimleri de ona doğru bir itaat halindedirler.

HAÇ SEMBOLLERİ: Kutsal dörtlü değişik halklarca türlü isimler almakla kalmamış isimlerin vurgulanmasına yönelik olarak bunlar için çeşitli haç sembolleri de tasarlanmıştı.

1- Kutsal Dörtlü için kullanılan ilk orjinal sembol şekil I’de gördüğümüz semboldür. Bu sembol en kestirme yoldan, dört büyük kuvveti birbiriyle ilişkili, tek bir kökenden hareket etmek üzere çıkmış olarak bu şekilde ifade etmiştir.
2- Daire içindeki haç; tarihi belli olmayan bir devirde değişikliğe uğruyor ve bir Yaradan ilave ediliyor. Daire, orada Yaradan’ı temsil ediyor. Daire içindeki artı ise Yaradan’ın dört kuvvetini gösteriyor.
3- Kuzey Amerika’da görülen bu sembolde haçın kolları dairenin dışına taşmıştır.
4- Bu şekilde ise haçın iç kısımları daireden dışarı çıkıyor. Sonra dik açıyla bükülüyor. (batıya doğru) merkezde yine Yaradan’ın simgesi bulunmakta. Böylece Yaradan’dan söz etmeden büyük kuvvetlerden söz edilemeyeceği anlaşılıyor.
5- Bir müddet sonra ise başka bir sembolde Yaradan’ın ortadan kaldırılışı görülüyor. Bu Nankör Devir dediğimiz zamanda olmuştur. Bu sembol gamalı haç ile karıştırılmamalıdır, çünkü o bunun tersinedir sağdan sola hareket eder ve negatifliği sembolize etmektedir.

J.C”n yorumu: Swastika, popüler deyimiyle “iyi şans sembolü” ve Dört Büyük İlksel Gücün çok sayıda sembollerinden birisi, eski zamanlarda dünyanın her yerinde gözde bir semboldü. Zamanımıza kadar da gelen bileşik bir semboldür. Ortadan ayrıştırılmış haç Dört İnşa Ediciyi gösterir. Bu sembol aynı zamanda Dört Büyük Güçlü Varlık diye de okunur.

Bütün bu sembolleri biraraya getirirsek görüyoruz ki; Yaradan’ın emri üzerine, İlk Dört Büyük Kuvvet kainatı içindekilerle inşa etti. Görülüyor ki, meydana getirici, doğrudan doğruya Kadir-i Mutlak yani Yaratıcının kendisi değil.

MU’NUN KRALİYET ARMASI: Bu arma hiçbir şekilde gelişigüzel düzenlenmiş değildi. Her çizgisi bir anlamla yüklüydü.

a- Hiyeratik Mu alfabesinin harflerinden bir olan geleneksel M harfinin bir kalkan şeklinde düzenlenişidir. Mu kelimesinini yazılışı da böyleydi.
b-Bu hiyeroglif armanın merkezindeki şekildir ve şöyle okunur:U-luumil, çevirisi ise “İmparatorluğu”dur.
c-Bu kabartmayı çevrleyen daire güneşin çizimidir.
d-Güneşin sekiz ışını vardır. Bu ışınlar sekiz yönü temsil eder, böyece tüm dünyanın onun egemenliği altında olduğu söylenmektedir.
e-Işınları çevreleyen daire evrenin sembolüdür. Burada ifade edilen insanın evreni yani yeryüzüdür.
Böylece bu arma “Mu Güneş İmparatorluğu” diye okunmakta ve yeryüzündeki tüm insanlığın onun yönetiminde olduğunu anlatmaktadır.

SPİRAL SEMBOLÜ : Spiral çizimlerinin hiçbirinde, ne başlama noktası ne de son verilmiştir. Bunun sonucunda spiraller de başı ve sonu belli olmayan daireye eşdeğerdir. Bu spiral sembolleri Mu alfabesinin hiyeratik N harfinin saklı anlamını barındırmaktadır; ruhun bir devri daim şeklinde bir enkarnasyondan diğerine devamlılığını tasvire yöneliktirler, ta ki ilk geldikleri yere dönene kadar.

TAU :Bu sembol yalnızca en ilginç değil aynı zamanda en kadim sembollerden biridir. Anavatan’daki en erken dönem yazıtlarda yer alır. Dirilişi, hayata yeni bir sürgün vermeyi temsil eder ve kadim Mu yazıtlarında karanın ortaya çıkışını temsil etmek için kullanılmıştır. Tau Güney Takımyıldızının çizimidir. Diriliş sembolü olarak seçilmesinin nedeni, Mu gökleri üzerinde belli bir açıdan gözüktüğü zaman uzun süredir beklenen yağmurları da beraberinde getirmesiydi. Tau Anavatan’dan kalma, diriliş anlamına gelen bir sözcüktü.

ON ÜÇ SAYISI: On üç sayısına her zaman için özellikle de Cuma günü ile bağlantılı ise uğursuz gözüyle bakılmıştır. Kayıtlara göre; Anavatan Mu bir Cuma günü , Zac ayının (beyaz ay) 13.günü batmıştı. O günün anısı 13 insanlığın uğursuz günü olarak ta günümüze kadar gelmiştir.

LOTUS ÇİÇEĞİ: Lotus Çiçeği Mu’nun çiçek sembolüydü. Gelenek Lotusun dünya üzerinde görülen ilk çiçek olduğunu söyler. Bundan dolayı ana yurdu temsil eden bir simge olarak benimsenmiştir.
Anavatan Mu’luları tarafından ideale varmalarına vasıta olarak kabul edilen o zamanki sembollerin sonradan özellikle de Mu battıktan sonra başka memleketlerde hem şekilleri hem de manaları değişmiş, Sembol kavramı öncelikle Mısır’da ortadan kalkarak bunlar İLAH olarak kabul edilmişlerdir. Mu battıktan sonra kolonilerede ortaya çıkan ruhban sınıfı kendilerini yaşatabilmek için Mu sembollerini gayelerine göre hurafeleştirdi, putlaştırıldı yani TANRI’laştırıldı. Böylece günümüze kadar gelen birçok uygarlığın dininde ve mitolojilerinde karşımıza çıkan teolojilerin ve dogmaların, çok Tanrıcı sistemin tamamen Mu’nun saf dinini ve birtakım evren yasalarını anlatmak için kullanılan sembollerin dejenere edilmiş şekilleri olduklarını görüyoruz.

Bu sembollerin açılımlarından anlıyoruzki; bugün belki yeni yeni anlamaya çalıştığımız insanın bir ruh varlığı olduğu bilgisi, tekrardoğuş bilgisi ve yine kavramaya çalıştığımız evren yasaları ve yaratılış bilgilerinin aslında insanın ilk Anavatanında öğretilen en temel bilgilerdir.

Şimdi geçmişte olan geçmiştedir, bunun günümüzde bize ne faydası var, bu sembolleri neden anlamaya çalıştık diye düşünebiliriz. Bazı öyle temel prensipler var ki, geçmişte nasıl hareket edilmişse, günümüzde de o şekilde hareket edilmek suretiyle biz belli bir yerden belli bir yere yol alabiliriz. Geçmişte insanlar bazı bilgileri sembollemekle uğraşmışlar, bugün ise bu sembolleri açmak ve anlamakla uğraşıyoruz. Demek ki insanlık olarak bugün apaçık bir bilgiye ihtiyacımız var.

James Churchward’ın Dilimize 
Çevrilen Eserleri:

Kayıp Kıta Mu, Ege Meta Yayınları
Batık Kıta Mu’nun Çocukları, Ege Meta Yayınları
Mu’nun Kutsal Sembolleri, Ege Meta Yayınları