Uyku ve Rüyalar

Uyku ve Rüyalar

Yaşamımızın, hemen hemen üçte birlik bir bölümü uykuda geçer. Uyku esnasında neler olduğunu, hatta uykuya neyin sebep olduğunu keşfetmek konusunda pek meraklı değilizdir. Hiç ilgi duymadığımız bu durumu hergün yaşamak ise biraz şaşırtıcıdır.

Biz her gece niçin uyuruz? Genel inanca göre vücudumuz yorulup canlılığını yitirmeye başladığında, bizler de uykuya yenik düşeriz. Teozoflar, sabah uyandığımızdan daha fazla yaşam enerjisiyle dolduğumuzu söylemektedir. Gücümüz tükendiğinde veya dayanıklılığımızın sınırına dayandığımızda da uykuya dalarız. Uyku sırasında, denge sağlanır ve böylece uyanırız.

Uykuda geçirdiğimiz saatlerin süresi insandan insana değişiklik gösterebilir fakat hepimiz uyumak zorundayızdır. Bir insan, bir şey yemeden üç hafta kadar yaşamını sürdürebilir fakat hiç kimse o kadar uykusuz kalamaz. Yapılan deneyler göstermiştir ki, insanlar uykudan mahrum bırakıldıklarında yalnızca fiziksel sağlıkları etkilenmekle kalmaz, ayrıca mantal sağlıkları ve konsantrasyon güçleri de bozulur.

  1. Blavatsky, uykunun gerekliliğini şöyle açıklamıştır:

Okültizme göre, uykunun periyodik bir biçimde gerçekleşmesi, sinir merkezlerinin bitkinliğinin, özellikle de daha uzun süre hareket etmeyi reddeden beynin duyumsal sinir düğümlerinin bu şekilde düzenlenmiş olmasının bir zorunluluğudur. Eğer çalışamaz hale gelmişlerse, güçlerini başka bir planda veya Upadhi’de telafi etmeye mecbur kalırlardı. Hayat kaynağı tükenmiş bir durumdaki insan, bir takım şeyler arar. Örneğin, sıcak havadan dolayı bunalmış biri kendini soğuk suyla canlandırır. Uyku da güneşle aydınlanmış bir vadideki gölgeli bir sığınak gibidir.

Bizler, uykuda farklı şuur seviyelerinde bulunuruz ve uyanık kaldığımız zaman boyunca kullandığımız duyular ve yetenekler dinlenme durumundadırlar. Uyanık olduğumuz süre içinde beyin aktiftir, uykudayken ise bilinçsiz faaliyetleri kontrol eden beyincik idareyi devralır. Bundan dolayı uyku tamamıyla bilinçsizlik ve farkında olmayış hali değildir. Beynin belirli merkezleri uyanık bir durumdadır ve bir koruma görevlisi gibi hareket ederler. Tıpkı bir annenin gökgürültüsüne rağmen çok derin uyuyabildiği halde, bebeğinin ağlayışı ile uyanması gibi. Uykudayken, duyuların farklı durumları iş başındadır; örneğin astral duyular gibi. Örneğin, uyurgezerlik durumunda, astral kontrolü tamamen elinde tutar ve astral beden, fiziksel bedeni peşinden sürükler. Onun kontrolü öylesine doğrudur ki, biz uyurgezer durumda yürüyenleri, daracık düz bir çıkıntı üzerinde bile düşmeden durur bir halde buluruz. Bu gibi şeyler, onların uyanık durumdayken yapmaya asla cesaret edemeyecekleri şeylerdir.

Bizler uykudayken, farklı bilinç seviyelerinde bulunuruz. Birkaç seviyede işler durumda olan tek bir şuur vardır. Teozofi dört şuur durumundan bahseder; Jagrat, Swapna, Sushupti ve Turiya. Bir Atma-Buddhi ışını olan daha da yüksek Manas, insandaki ‘ego’dur. Her yeni enkarnasyon ışını kendi kendini tasarlar ve bu “bedenlenmiş Manas” olarak adlandırılır. Enkarnasyonda, Manas ikili hale gelir; yani ya arzulara doğru aşağı çekilir ya da Buddhi durumuna doğru levite olur. Bedenlenmiş Manas‘ın bir unsuru, arzuların ve dünyasal olayların içine dalmıştır, fakat Manas’ın gelişmemiz için kişiliğimiz üzerinde çabalamak zorundayken kendisini hapishanedeymiş gibi hisseden daha yüksek bir unsuru da vardır. Uyku boyunca bizlere daha yüksek ilke ve prensiplerle temasa geçme fırsatını veren Manas’ın bu görünümü, uyanık durumdayken tamamiyle hareketsiz olan Buddhi ve Atma halleridir.

Şuurun bu dört durumuna, eşmerkezli daireler şeklinde bakılabilir. Turiya, spiritüel şuur durumunun en yüksek hali ve merkezidir. Atma’ya, en yakındır. Bu durum yalnızca bilgelerin ve kahinlerin (görücülerin), istediklerinde girebilecekleri bir durumdur. Jagratuyanık durumdur ve diğer ucun en sonu ve merkezden en uzak olanıdır. Bir kişi Sushuptiye doğrudan doğruya ulaşamaz. Bu, derin uyku halidir. Çünkü ikisinin arasında rüya görme durumu olan Swapna  vardır.

Uykuya dalarken, Swapna ya da rüya haline gireriz. Fakat bu rüya durumu – Jagrat‘dan Sushupti’ye geçerken- biz Sushupti‘den Jagrat‘a geri gelirken girdiğimiz rüya durumundan tamamen farklıdır. Bu tür rüyalar, mekanik hareketler olan arzularımızın birleşmesiyle üretilirler. Bu rüyayı görenin faal halde olan yanı mantığı değil, içgüdüsüdür. Hatta hayvanlar da bu tür rüyalar görürler. Freud’un teorisi yalnızca bu rüyaları kapsamaktadır. Onun teorisi vasıtasıyla, bastırmaya çalıştığımız ve bilinçaltına ittiğimiz rasyonel ve irrasyonel arzularımızın, rüyadaki ifadelerini bulabiliriz.

Rüya durumundan Sushupti’ye veya rüyasız uykuya geçebiliriz. Bu durumda, düşük seviyeli hisleri ve idraki içine alan aşağı düzeydeki tabiatımız, tesirsiz hale getirilmiştir. Burada bir gardiyan gibi kişiliğimiz içinde tamamen sarıp sarmalanmış olan Manas’ın bu görünümü uykuya dalar ve uyanık durumdayken esir olarak tutulmuş olan içimizdeki insan, Buddhi-Manas ile birleşmek üzere serbest duruma gelir. Gardiyan, yarı uyku halindedir ve içimizdeki insanın düşüncelerine ve hareketlerine, bir pencereden bakar gibi arasıra kısa bir bakış atar.

Sushupti’de kişiliğimizin engellerini ortadan kaldırarak, gerçek varlığımızla başbaşa oluruz. Upanişadlar’ın söylediği gibi: “Burada baba artık baba değildir, ne anne annedir, ne de dünya dünyadır…” Hatta, en katılaşmış suçlu bile, rüyasız uykunun bu basamağından hızlı bir şekilde geçer. Gerçekten de, deneylerin gösterdiği gibi, bu uyku durumundan mahrum kalan insan tamamen yorgun olarak uyanır. Burada egomuz tamamen kendi planında kendi başına hareket eder, bütünüyle bilinçli ve herşeyi bilen bir durumdadır. O, eğer aralarında spiritüel uyum varsa, aynı plandaki diğer egolarla (benlerle) iletişim kurabilir. Bu durumdayken, biz daha önce aramızdan ayrılmış kişilerle de irtibat kurabiliriz. Bir kişi, uyandığında net olmayan hatıralara sahip olabilir. Fakat, iletişimde algıladığımız belirsiz hisler bize teselli verir.

Daha sonra biz bu rüyasız durumdan tekrar bir kez daha rüya durumuna geçeriz. Bunlar öyle rüyalardır ki; içimizdeki insanın (benin) yansıtmış olduğu deneyler ve fikirlerdir. Sushupti’de biz problemlerimize çözüm buluruz. Birçok sanatkar ve yaratıcı rüyalarından ilham almışlar veya uyanıkken halletmeye çalıştıkları problemlerin çözümünü rüyalarında bulmuşlardır. Örneğin Alman kimyacı Kekule, rüyasında kuyruğunu ısıran bir yılan görmüş ve bu rüya sonucunda benzen molekülünün kapalı halka yapısına ulaşabilmiştir. Rüyada bulunan bu çözüm, sembolik bir formdur. Egomuz tarafından kullanılan kendi düzlemindeki bu dil, uyanık durumdayken bildiğimizden tamamen farklıdır. Demek ki ego, vücudumuzda yaşamına yeniden başladığında, deneyimlerini beynimize aktarmakta zorlanır. O, imajlar ve resimlerle iletişimde bulunur.

Bazen uyanık durumdaki bilinç haline geçtiğimizde, bizim rüya deneyimlerimiz bozulup çarpıtılmış olur, görüntülerin karmakarışık ve anlamsız olduğu görülür. Bunlar, karışık rüyalar olarak adlandırılır. Bu sürede, kehanette bulunmayla ilgili rüyalar ve net bir görüntü şeklinde geleceğe ait bir olay görülür. Tarih, birçok kehanet rüyası örneğiyle doludur. Örneğin; Buddha’nın annesi rüyasında, onlar için iyiyi işaret eden beyaz bir filin, cennetten vedi-ışınlı parlak bir yıldız şeklinde dölyatağına düştüğünü görmüş ve büyük bir mutluluk hissiyle uyanmıştır. Rüya yorumcuları da ona, bir oğlan çocuğu doğuracağını söylemişlerdir. Edwin Arnold, The Light of Asia (Asya’nın Işığı) adlı eserinde bu çocuğu, “öyle bir oğlan ki, şaşılacak şekilde bilgelik dolu, bütün nesline faydalı olacak kutsal bir oğlan” şeklinde ifade etmiştir.

Bazen rüyalarımızda uyarılar alırız. Uyanık olduğumuzda, arzularımızın ve isteklerimizin çeşitliliği yüzünden zihnimiz karışmış durumdayken, hangi tehlikenin içine gireceğimizi önceden göremeyebiliriz. Bu tip rüyalar uyarı rüyaları olarak adlandırılırlar. Bir insan iki şekilde rüyalar yoluyla uyarı alabilir. Ya Abraham Lincoln gibi kendi ölümünü bir önsezi, bir uyarı halinde alabilir veya eğer bu insan kolaylıkla rüyalarından etkilenmeyen biriyse, diğer bazı insanlar onun adına uyarı rüyası görebilirler. Rüyalar hakkında kapalı olan bazı insanlarla ilgili örnekler vardır. Bir kişi, bineceği uçağın düşüp parçalanacağını gören arkadaşı tarafından uçağa binmemesi için uyarılır ve uçak gerçekten de düşüp parçalanır.

Bir de geçmişi hatırlatan rüyalar vardır. Bunlar bizim geçmiş yaşam hatıralarımızın anılarıdır ve genellikle astralden toparlanan başıboş görüntülerdir. Astral ışık evrensel bir kayıt gibi olduğundan, orada geçmiş, şimdi ve gelecek bütün olaylar derin bir şekilde yer etmiştir.

Bundan başka, içimizdeki yeteneklerin gelişmesi için sık sık gördüğümüz ve bizi daha yüksek değerlerde yaşamaya yönlendiren rüyalar da vardır. Bu tip rüyalar, açıkça atağa geçer ve sürekli bizi takip ederler. Bu daha yüksek ve daha aşağı olan doğamız arasındaki bir savaştır. Eğer ki, kişinin isteği ve özlemi daha yüksek değerdeki yaşamdan geri kalmamak yönündeyse fakat bu isteği doğrultusunda günlük düşüncelerini değişime uğratıp bunların muhasebesini yaparak, hareketlerinde bunu uygulayamıyor ise, rüya tekrarlanacaktır. Belki de ayrıntılarda bir değişim meydana gelecektir. Fakat kişi aşağı değerlerdeki davranış türlerine tekrar dalarsa veya savaş, karşıt yöndeki yaşam ve düşünceler tarafından kazanılırsa, ya da savaştan vazgeçilirse, bu tür rüyaların görülmesi de bitecektir.

Biz farklı çeşitlilikteki rüyaların analizini yaptığımızda görüyoruz ki,

  1. a) Sushuptisafhasının deneyimlerini, uyanık durumda da hatırlayabilmek ve
  2. b) Bu rüyaları yorumlamak çok önemlidir. Söylendiğine göre, bir rüya açılmamış bir mektup gibiyse anlaşılamaz. Rüyalarımızın anlamını açıklayabilecek olan kişiler yalnızca bizleriz. Ne başka bir kişi, ne de herhangi bir rüya kitabı bunu yapabilir.

Rüyasız uykunun deneyimlerini geri getirmek için Jagrat‘dan Sushupti‘ye doğru giden iletişim (mesaj) kanalının açık ve net olması gerekir. Beynimizin bu rüyaların ne kadarını hatırlayabildiği, onun ne kadar gözenekli olduğuna bağlıdır. Beynimizin gözenekli bir yapıda olması için daha az kişisel arzuya sahip olmalı, materyalist uğraşları terk etmeli ve namuslu bir yaşama yönelmeliyiz. Zihnimizin bu durumu, uykuya geçiş öncesinde uyku haline hemen etki eder. Bundan dolayı, her gece kendi kendimizi sınavdan geçirme pratiğini yapmamız tavsiye edilir. Bizim güdülerimiz, yöntemlerimiz, alışkanlıklarımız, gün boyunca başkalarıyla kurduğumuz ilişkiler; hepsi de gözden geçirilmelidir. Hatta Bagavat Gita’dan veya herhangi bir kutsal metinden bir mısra tekrarlamak, zihni yatıştırmak açısından yararlı olabilmektedir.

Rüyalar, gelişmemizde önemli bir rol oynarlar. Dolayısıyla, onların anlamını çıkarmayı öğrenmek bizim için gereklidir. Bu gece vizyonları, bilgeliği bir depoda toplamak gibidir. Uyanık durumdayken yanlış yapmamıza engel olan vicdanımızın sesi, bizim yüksek doğamızla bağlantı halindedir. Uyku sırasında ise, yüksek doğamızla daha fazla bağımız vardır. Bizler, bu gece vizyonlarından ruhsal gelişmemize destek olacak biçimde yararlanmayı öğrenmeliyiz.

Uphadi: Gölge ve şekil oyunu, evrensel doku.

Jagrat: Uyanık olduğumuzdaki şuur hali.

Swapna: Rüya gördüğümüz sıradaki şuur hali.

Sushupti: Kendini unutucak kadar derin uyku hali.

Turiya: Spiritüel şuurun en yüksek hali.

Atma-Buddhi: Aydınlanmış şuur.

Manas: Zihinsel faaliyet, insandaki ‘ben’şuurunun merkezi.

 

Theosophical Movement Dergisi, çeviren: Tuğba Kızıltuğ