Doruk Deneyimler

Doruk Deneyimler 

Abraham H. Maslow

Tüm büyük dinlerin kaynağı, gerçek özü, temeli ve evrensel çekirdeği, keskin bir duyarlılığa sahip bir peygamberin yalnızca kendisi tarafından deneyimlenen, sadece ona özel ve ona açıklanmış olan kişisel bir aydınlanışı, vahyi veya vecdidir. Büyük dinler kendilerini vahiy edilmiş dinler olarak tanımlamaktadırlar ve her biri geçerliliğini, işlevini ve var olma hakkını o yalnız peygamberin yaşadığı mistik deneyimin veya vahyin insanlık alemine duyurulmasına ilişkin kurallara dayandırmaktadır.

Ancak son zamanlarda bu vahiylerin ya da mistik aydınlanmanın bugün psikologların özellikle araştırdığı doruk deneyimler, vecd veya “aşkın” deneyimler başlıklarından biri altında özetlenebildiği görülmektedir. Başka bir deyişle, “doğaüstü bir açığa vurma” şeklinde ifade edilen bu eski vahiyler, aslında bugün de kolaylıkla rastlanabilen, doğal ve insana özgü doruk deneyimlerdir ve bunlar, belli bir peygamberin veya kahinin yaşadığı dönemde geçerli olan kavramsal, kültürel ve dilsel terimlerle tanımlanmıştır.

* * * *

Doruk deneyimler sırasında ortaya çıkanlar, doğal bir yapıda olmakla birlikte dinsel olaylar şeklinde tanımlanabilirler. Geçmişte bunların sadece dinsel deneyimler olarak algılandığı da olmuştur.

  1. Doruk deneyimlerde, tüm evrenin bütünlük ve birlik içindeki bir yapı olarak algılanışı en temel özelliklerden biridir. Bu, insanın bu sözcüklere bakıp da hayal edebileceği kadar basit bir olay değildir. Evrenin tümünün tek bir yapı, insanın da bu yapıya ait bir varlık yani bu yapının bir parçası olduğuna ilişkin bakış açısı, bireyin kişiliğini sonsuza dek değiştirebilecek kadar derin ve sarsıcı bir deneyim olabilir. Biri, içinde bulunduğu kuruntu hastalığından, diğeri de intihar takıntısından böyle bir deneyim sayesinde anında ve tümüyle kurtulan iki kişiye yakından tanık olduğumu söylemeliyim.

Pek çok insan için bu durum, dinsel inancın temel bir sonucudur. Aksi takdirde inancını kaybedebilecek olan insanlar, hastalık halinde inanca daha sıkı sarılmaktadırlar çünkü bu inanç, evreni daha bir anlamlı kılmakta, her şeyi birarada tutan bir birlik hissini ve gerçek bir felsefi açıklamayı beraberinde getirmektedir. Güçlü bir dinsel inanca sahip birçok insan evrenin bir bütün, bir birlik halinde olduğu düşüncesini, dolayısıyla da, evreni Tanrı’nın yarattığı, evrenin O’nun tarafından yönetildiği veya evrenin Tanrı’nın ta kendisi olduğu gerçeği ile anlam kazanan bu görüşü terk etmekten o kadar çok korkar ki, onlar için tek seçenek evreni bütünlükten yoksun bir karmaşa olarak görmek olurdu.

  1. Doruk deneyimlerin algılanışında, algılayıcı kişi bilhassa ve tam olarak oradadır. Diğer bir deyişle, burada, sıkça rastlanmayan muazzam bir dikkat kesilme ya da konsantrasyon durumu söz konusudur. En doğru ve eksiksiz bir görsel algı, dinleme veya hissetme ortaya çıkar. Bu algının bir bölümü değerlendirmeyen, karşılaştırmayan veya sorgulamayan biliş diyebileceğimiz bir değişimi içerir. Ön plandaki şekil ile arka plan, birbirinden kesin sınırlarla ayrılmamıştır. Önemli ve önemsiz kavramları da çok farklı şeyler olarak nitelendirilmemektedir; en önemliden daha az önemliye doğru bir sıralama yapmaktan çok, her şeyin eşit derecede bir öneme sahip olması söz konusudur. Örneğin, yeni doğmuş bebeğini sevgi dolu ve coşkulu bir halde inceleyen bir anne, onun herparçasına aynı derecede hayran kalır; küçük bir ayak tırnağı onun için neyse diğeri de odur. Her şeyin olduğu gibi, bir karşılaştırma yapmaksızın, eşit derecede önemli bir şekilde kabul edilmesi insanın algıları için de geçerlidir. Bu nedenledir ki, en basit biçimde söyleyecek olursak, doruk deneyim sırasında kişi kendisini, özgün ve türünün tek örneği olan bir varlıkmış gibi algılamaktadır. İnsanoğlunun özgün, kutsal bir varlık oluşu, temelde her insanın aynı oranda değerli kabul edilişi ve herkesin Tanrı’nın evladı olduğu görüşü, yalnızca dinlerde değil diğer pek çok ilahiyatta ortak olan bir boyuttur.
  2. Doruk deneyimler sırasında ortaya çıkan “varlıksal biliş”, nesneleri, dünyayı ve bireyleri insanoğluna ilişkin kaygılardan bağımsız algılamaktadır. Günlük hayatta bizler her şeyi insanoğlunun ilgileriyle olan ilişkisine göre, özellikle de daha özel ve bencilce istekleriyle uyum göstermesine göre algılamaktayız. Doruk deneyimler sırasında bizler daha özgür, daha yansız bir yapıya bürünmekte ve dünyanın yalnızca onu algılayan kişiden değil, genel anlamda insanlıktan bağımsız olduğunu algılamaya başlamaktayızdır. Algılayan kişi doğanın kendi içinde ve sadece kendisi için var olduğunu ve insanın emelleri için oluşturulmuş insana özgü bir oyun alanı olmadığını daha kolayca kavrayabilmektedir. Böylece kendi hedeflerini bu dünyaya yansıtmaktan kaçınabilir. Kısacası, dünyanın kullanılabilecek, korkulacak, arzulanacak ya da kişisel ve bencil bir yapıda yeniden yaratılabilecek bir şeyden çok, başlı başına bir varlık, gaye sahibi bir şey olduğunu görür. Varlıkbilişi, insanın değişimine olanak tanıdığından dolayıdır ki nesnenin özünü yine kendi içinde bulmamızı saklamaktadır. Bu biraz, Tanrı’nınkini andıran doğaüstü bir algıdan söz etmek gibidir. Doruk deneyim, bizi alışa geldiğimizden çok daha yükseklere taşıyarak normalden daha üstün bir algıya sahip olmamıza yardım etmektedir. Böylece daha engin, büyük ve güçlü bir insana dönüşüp her şeyi gerektiği gibi algılamaya başlarız.
  3. Diğer bir deyişle, doruk deneyimler sırasında ortaya çıkan algı egoyu aşan, bencillikten uzak, kendini unutan bir insan haline gelmemize neden olabilir. Bu durum amaçsız, kendini düşünmeyen, isteksiz, ihtiyaç ve arzulardan yoksun bir kişilik haline yakınlaşabilir; daha doğrusu kişi ben- merkezci olmaktan çok, nesne-merkezli bir algıya sahip olmaktadır. Algı, bencil benliğe dayanmaktan çok, dıştaki bir merkez olarak nesnenin etrafında yoğunlaşabilir. Sonuç olarak, nesneler ile insanlar, kendilerine özgü ve birbirinden bağımsız gerçekliğe sahip varlıklar olarak algılanmaya başlanır.
  4. Doruk deneyim, kendi içinde ayrı bir değer taşıyan ve kendine özgü bir geçerliliği ve haklılığı olan bir zaman dilimidir. Bu deneyim diğerlerinden çok daha farklı bir öneme sahiptir, öyle ki deneyimin haklılığını kanıtlama girişimi bile onun değerini ve saygınlığını yok etmeye yeter. Aslında pek çok insan bunu yalnızca kendi haklılığını değil, aynı zamanda bizzat yaşamın haklılığını ortaya koyan bir deneyim olarak görmektedir. Doruk deneyimler zaman zaman ortaya çıkıp yaşama daha başka bir değer kazandırarak yaşamı anlamlı hale getirirler. Hayatın değerli olduğunu gösterirler bize. İntihar gibi oldukça olumsuz bir durumun önüne geçmeye de yardımcı olurlar.
  5. Bu deneyimleri, bir araçtan çok başlı başına bir amaç olarak görebilmek de diğer bir önemli noktadır. Bunun da tek bir nedeni vardır: deneyim sayesinde kişi, hayatta belli amaçlar olduğunu, ve kendi içinde değerli olan nesnelerin veya deneyimlerin arzulanabildiğini görmektedir. Deneyimin kendi içinde sahip olduğu bu değer, yaşamın ve yaşamanın anlamsız olduğu öngörüsünü çürütmeye yeter. Diğer bir deyişle, doruk deneyimler “hayat değerlidir” ya da “yaşam anlamlıdır” ifadelerinin etkilerini gösteren tanımın birer parçasıdır.
  6. Doruk deneyimlerde zaman ve mekan karmaşası hatta zaman ve mekan şuurunun yokluğu söz konusudur. Olumlu açıdan bakacak olursak, bu durum, evrenselliği ve sonsuzluğu yaşamakla eşdeğerdir. Burada, elbette “sonsuzluk boyutu”nu gerçek ve bilimsel anlamda ele alıyoruz. Zaman ve mekandan bağımsız olma durumu, sıradan deneyimlerle ciddi bir zıtlık oluşturmaktadır. Doruk deneyimler sırasında birey, günlerin kendisine dakikalar gibi geldiğini, aynı şekilde dolu dolu yaşanmış bir anın da bir gün, yıl hatta sonsuza dek sürdüğünü hissedebilmektedir. Belli bir mekanda bulunduğuna dair farkındalığını da kaybedebilir.
  7. Doruk deneyimler sırasında algılanan dünya tümüyle güzellik ve iyiliklerle dolu, arzulanan ve değerli görülen bir dünyadır; bu dünyada hiçbir zaman kötü veya istenmeyen şeyler yaşanmaz. İnsanlar dünyayı bu şekilde kabul ettiklerinde, onu anladıklarını da fark edeceklerdir. Her şeyden önemlisi, dinsel düşünce ilekarşılaştırıldığında bu deneyim insanları kötü kavramı ile bile uzlaştırmaktadır. Kötülük de insanlar tarafından kabul edilir, anlaşılır, bütünlük içindeki yeri, kaçınılmazlığı, gerekliliği ve dolayısıyla gerçekliği çerçevesinde algılanır. Laski ve ben, insanlara yaşamlarının en sevinçli ve mükemmel anlarını, mutluluk ve coşku dolu anıları sorarak doruk deneyimlerle ilgili birikimi elde ettik. Bu durumda yaşam elbette çok daha güzel görünecektir gözünüze. O zaman yukarıda sözü edilenler, önceliği olan şeyleri keşfetmek gibi bir şey olacaktır. Ancak burada kötülük, acı, hastalık ve ölüm gibi kavramlardan söz etmekte olduğuma dikkatinizi çekerim. Doruk deneyimlerde dünya yalnızca kabul edilebilir ve güzel bir mekan olarak görülmez; asıl vurgulamak istediğim nokta, bu deneyimler sayesinde yaşamdaki kötü olayların, hiçbir zaman olmadığı bir biçimde tümden kabul edilmesidir. Doruk deneyim bir bakıma, insanların dünyadaki kötülüklere alışmasını sağlıyor gibidir.
  8. Bu tabi ki, “tanrı-gibi” bir hale gelmenin diğer bir yoludur. Varlığın tümünü görebilen, kuşatan ve dolayısıyla anlayan bir tanrı onu, iyi, doğru, kaçınılmaz bir varlık olarak görmeli, kötülüğü de dar veya bencil bir bakış açısının ve anlayışının bir ürünü olarak değerlendirmelidir. Bizler bu anlamda tanrılaşabilirsek, edineceğimiz evrensel anlayış sayesinde bizler de suçlama, kınama, hayal kırıklığı veya şaşkınlığa düşme gibi duygulardan uzaklaşmayı başarabiliriz. O zaman içimizde merhamet, sevecenlik, nezaket ve belki biraz üzüntü ve sevinçten başka bir şey olmayacaktır. Kendini gerçekleştirmeçabası içindeki insanlar zaman zaman dünyayı işte bu biçimde algılamaktadırlar; bizler de doruk deneyimler sırasında benzer tepkiler vermekteyiz.
  9. Bu araştırma sırasında keşfettiğim en önemli şey belki de “varlıksal değerler” ya da “varlığın yapısındaki değerler” olarak adlandırdığım kavramdır. “Doruk deneyimler sırasında yaşam nasıl oluyor da daha farklı algılanıyor?” sorusunu sorduğumda aldığım ve pek çoğu birbirinin aynısı olmasına karşın araştırma gereği ayrı ayrı ele alınan yüzlerce yanıt, aslında bir nitelikler sıralamasından başka bir şey değildi. Bu bağlamda bizim için önemli olan şey, en açık olduğumuz bu anlarda algıladığımız haliyle dünyanın bu niteliklerinin insanların yüzyıllar boyunca sonsuz gerçeklik, manevi değerler, yüce değerler veya dinsel değerler olarak adlandırdıkları şeylerin aynısı olmasıdır. Burada gerçeklerin ve değerlerin birbirlerinden tamamıyla farklı şeyler olmadıkları, koşullar gerektirdiğinde birleşebildikleri belirtilmektedir. Dinlerin bir çoğu, gerçekler ve değerler arasında bir tür ilişki ve hatta benzerlik olduğunu açıkça veya kapalı bir biçimde doğrulamışlardır. Örneğin insan, yaşamı ve kutsallığı içinde barındıran bir varlıktır. Dünya da yalnızca yaşayan bir varlıktan öte, bir kutsallığa sahiptir.
  10. Doruk deneyimde ortaya çıkan varlıksal biliş, normal algıdan çok daha edilgen, alıcı ve alçakgönüllü bir yapıdadır. Dinlemeye ve duymaya çok daha yatkındır.
  11. Doruk deneyim sırasında şaşkınlık, huşu, saygı, alçakgönüllülük, teslimiyet ve hatta tapınma gibi duyguların harekete geçtiğine oldukça sık rastlanmıştır. Bu duygular ilginç bir biçimde, ölüm düşüncesini de içermeye dek uzanabilmektedir. Doruk deneyimler, huzurlu ve mutlu bir ölüm kadar mükemmel bir deneyime paralel bir hal alabilmektedir; ölümle uzlaşma ve onu kabullenme gibi bir şeydir. Bilim adamları “hayırlı ölüm” gibi bir sorunla hiçbir zaman ilgilenmemişlerdir ancak bu deneyimler sayesinde bizler, ölüme dair dinsel bir bakış açısı denilebilecek olan şeye benzer bir kavramı keşfetmekteyiz; yani ölüm karşısında ağırbaşlılık, saygınlık, ölümü kabullenme eğilimi ve hatta ölümle gelen mutluluk.
  12. Doruk deneyimler sayesinde yaşamdaki ikilikler, farklı kutuplar ve çelişkiler aşılmakta ya da ortadan kalkmaktadır. Yani, dünyadaki birlik ve bütünlük algısına doğru bir hareket başlar. Kişi birleşmeye ve bütünleşmeye yakınlaşır; ayrılık, çelişki ve zıtlıklardan uzaklaşır.
  13. Doruk deneyimler sırasında korku, endişe, yasak, savunma, denetim, tereddüt, karışıklık, erteleme, çekingenlik gibi duygular geçici bir zaman için de olsa kaybolmaktadır. Dağılma, delirme ve ölüm korkusu bir an için de olsa ortadan kalkmaktadır. Bu, genel anlamda korkunun ortadan kalktığı anlamına gelmektedir.
  14. Doruk deneyimler, bu deneyimi yaşayan kişi üzerindeki etkilerini bazen anında bazen de deneyimden sonra göstermektedir. Deneyim sonrası etkiler bazen o kadar yoğun ve büyük olur ki aklımıza, insanı sonsuza dek başka bir kişiliğe büründüren şu dinsel dönüşümleri getirebilir. Daha hafif etkilerin ise tedavi edici türden olduğusöylenebilir. Bunların en büyükten en küçüğe, hatta etkisiz olma haline kadar pek çok çeşidi vardır. Dindar insanlar dinsel dönüşüm, aydınlanma ve büyük seziş anları terimleriyle düşünmeye alışık olduklarından, bu onların kolaylıkla kabul edebileceği bir kavramdır.
  15. Doruk deneyimleri, kişinin cennete yaptığı bir ziyaret sonrasında dünyaya geri dönüşüne benzetmiştim. Bu benzetme, cennet kavramına natüralist bir anlam katmak gibidir. Elbette bu anlam; cennetin, insanın yeryüzündeki yaşamı sona erdikten sonra hemen ilk adımını attığı bir yer olarak yapılan tanımından çok daha farklıdır. Doruk deneyimlerden doğancennet kavramı ise etrafımızda her an var olan, kısa bir süreliğine de olsa her an için ziyaret edilmesi mümkün olan bir yer anlamına gelmektedir.
  16. Doruk deneyimlerin kişiyi kusursuz kimliğine, özgünlüğüne, gerçek benliğine ve gerçek bir insan olmaya yakınlaştıran bir etkisi vardır.
  17. Kişi kendisini daha önce hiç olmadığı kadar sorumluluk sahibi, etken, eylemlerinin ve algılarının yaratıcı kaynağı halinde, azimli, özgür ve daha fazla özgür irade sahibi bir birey olarak görmeye başlar.
  18. Ne var ki, oldukça açık ve güçlü bir kimliğe sahip bu insanların kolaylıkla benliklerini yenebildikleri, kendilerinden vazgeçebildikleri ve bencillikten yoksun kişiler haline geldikleri de bir gerçektir.
  19. Doruk deneyimi yaşayan bir birey daha sevecen, daha makul, dolayısıyla da daha doğal, dürüst ve masum bir yapıya bürünmektedir.
  20. Kişi, fiziksel dünyanın kurallarına bağlı bir nesne, bir varlık olmaktan çıkmakta ve daha gerçek bir ruh varlığı (psişe), gerçek bir insan halini almakta, psikolojik yasalara, özellikle de insanların “saygın yaşam” adını verdikleri hayatın kurallarına göre yaşamaya başlamaktadır.
  21. Daha motive edilmemiş yani çabalamayan, hiçbir şeye gereksinim duymayan, hiçbir şeyi arzulamayan bir insan durumuna gelir ve böyle zamanlarda kendisi için hiçbir şey istemez. Daha az bencil olur. (Burada tanrıların ihtiyaç, istek, kusur, yetersizlik gibi niteliklerden bağımsız olduğunu ve her şeyden memnun olduklarını hatırlamamız gerekir.)
  22. İnsanlar gerek doruk deneyim sırasında gerekse sonrasında genelolarak kendilerini şanslı ve talihli hissetmekte, her an şükretmektedirler. “Bu kadar iyi şeyleri hak etmiyorum” türünden bir cümleye sıklıkla rastlamak mümkündür. Bir ortak nokta da dindar kişilerin Tanrı’ya, diğer kişilerin ise kadere, doğaya ya da yaver giden şansa duydukları şükran duygusudur. Bu minnettarlık duygusunun geleneksel dinsel anlayışa uygun tapınma, şükretme, övgü, adak adama ve bunun gibi eylemlerle dışa vuruluyor olması da ilginçtir. Böyle bir durumda, herkese, her şeye karşı duyulan bir minnetin veya herkesi ve her şeyi kucaklayan bir sevginin, dünya adına yararlı bir şeyler vapıp bu lütfün altında kalmama, hatta şükran ve adakta bulunma gibi bir itici güce dönüştüğünü görmeye alıştık.
  23. Alçakgönüllülük ve gururun oluşturduğu iki farklı kutup, doruk deneyimler sırasında ve kendini gerçekleştirmeye çalışan insanlarda ortadan kalkmaktadır. Bu insanlar gurur ve alçakgönüllülük kavramlarını tek bir karmaşık bütünlükte birleştirerek bu ikilemden kurtulurlar; böylece bir anlamda gurur sahibi, bir anlamda da alçakgönüllü bir kişiliğe bürünürler. Tevazu ile birleşen gurur, kendine gereğinden fazla güvenme gibi bir anlam taşımamaktadır; gururla birleşen tevazu da kesinlikle kendine acı çektirmek değildir.
  24. Doruk deneyimler sırasında şu geçici, dünyevi, süfli olanın içinde ve ardında kutsalın duyumsandığı “birleşik şuur durumu” sıklıkla ortaya çıkmaktadır.

The New Age, An Anthology of Essential Writings adlı kitaptan çeviren: Sema Özçallı