Philadelphia Deneyi

Philadelphia Deneyi

Herhangi bir toplantı sırasında UFO’lardan söz ederseniz, insanların hemen, Sighlings (Gözlemler) veya Unsolved Mysteries (Çözülmemiş Gizemler) gibi televizyon programlarında tartışıldığını işittikleri birkaç “gerçek vaka”yı ortaya attıklarını görürsünüz. Roswell’deki UFO kazasından, (UFO’ların ve onların içinde bulunan dünya dışı varlıkların doğası ve amacı hakkında her şeyi bilen bir Amerikan hükümet ajansından çıktığı iddia edilen) MJ-12 belgelerinden ve çeşitli sansasyonel kaçırılma haberlerinden söz ederler. Derken aralarından biri bir süre düşündükten sonra şunu sorabilir: “Kırklı yıllarda, koca bir destroyerin ortadan kaybolduğu gizli bir donanma deneyi olmamış mıydı?” Diğerleri, Einstein’ın da bu olayla bir ilgisi olduğunu ve pek çok ciddi araştırmacının, bu olayın UFO’lar meselesi için büyük önem taşıdığına inandıklarını duyduklarını eklerler. Durum böyleyse, bir kez daha Philadelphia Deneyi’nin o uzun hikayesiyle yüz yüze geldiniz demektir.

Üzerinden onyıllar geçmesine rağmen olayın halk üzerindeki etkisi hala sürmektedir: Geniş bir okuyucu kitlesi olan yazar Charles Berlitz ve paranormal konuları araştıran William L. Moore’un birlikte yazdıkları The Philadelphia Experiment: Project Invisibility (Philadelphia Deneyi: Görünmezlik Projesi) adlı kitap, bu konudaki en geçerli başvuru kaynağıdır. Kaybolan denizci rolünde Michael Pare’in baş rolünü oynadığı ve Stewart Raffill’in yönetmenliğini yaptığı bir sinema filmi ise, 1984’de gösterime girmiştir. İçlerinde Morris K. Jessup’un da bulunduğu birkaç UFO araştırmacısının üzerinde yaptığı etki, hikayenin dramatik yapısını güçlendirmiştir. İlk aşamalarda Donanma Araştırma Bürosu’nun gösterdiği açık ilgiyle ve hikayenin etrafını saran gizlilikle, daha fazla inanılırlık havası kazanmıştır. Ve uzay istihbaratıyla doğrudan bağlantılı olduğu iddia edilen asıl tanık Carl M. Allen, diğer adıyla Carlos Allende’nin muammalı kişiliği, gizemin artmasına sebep olmuştur.

Şaşılacak Bir Öykü

Merak uyandıran veya alışılmadık olaylar hakkında belli belirsiz ayrıntılarla anlatılan öyküler, izleyicinin ilgisini uzun süre çekmez. Aksine, Philadelphia Deneyi vakasında olduğu gibi bir öykünün efsanevi boyutlara ulaşması için, ortaya atılan iddiaların gerçekten şaşırtıcı, zaman ve mekanda çok iyi tanımlanan bir yere sahip olması zorunludur.

En önemli görgü tanığına göre, büyük bir gemi olan ve USS Eldridge diye tanımlanan DE-173 destroyeri, 1943 yılının Temmuz ayının sonunda veya Ağustos ayı başında imkansız bir ortadan yok olma gösterisi sergileyerek, Philadelphia donanma tersanesinden kaybolmuştur. Gizli bir deney uygulanmış ve deney, destroyer tipindeki bir geminin ve gemideki bütün mürettebatın denizdeyken tamamen görünmez hale gelmesiyle sonuçlanmıştır.

1967’de Ufolog Jacques F. Valle’e yollanan bir mektupta başlıca görgü tanığı olduğu iddia edilen kişi şöyle yazmıştır: “Ben onu izledim; doğumunu, büyümesini, hareketini ve süper alanın uygulanmakta olduğu araç üzerindeki tepkisini gözlemledim.”

Denizcilerin o alandan etkilenmiş oldukları söyleniyordu; hatta bazıları delirmiş, diğerlerindeyse bilinmeyen, gizemli hastalıklar ortaya çıkmıştı. Denizcilerden ikisi, garson kızları dehşet ve şaşkınlık içinde bırakan şartlar altında, limandaki bir barda gözden kaybolmuşlardı. Gemi sadece görünmez olmakla kalmamış, teleportasyonla Norfolk’a taşınmış, imkansız denecek kadar kısa bir süre içinde Philadelphia’ya tekrar geri dönmüştü. Görünmez olduğu süre içinde, bazı ufologların iddiasına göre, ABD Ordusu işbirliği yaptıkları uzaylı varlıklarla temas kurabilmişlerdi.

İlginç Tanıklar

Philadelphia’daki şaşırtıcı “donanma deneyi” hakkındaki ilk açıklama, Carl M. Allen adlı birinin, yazar Morris K. Jessup’a yolladığı bir dizi mektup biçiminde ortaya çıktı. Carlos Miguel Allende diye imza atan Allen, mektupları Texas’ın Gainesville kentinden göndermiş fakat adresini Pennsylvania olarak vermişti. Söz konusu deneyler hakkında birinci elden bilgiye sahip olduğunu iddia ediyordu. Jessup tarafından alarma geçirilen donanma müfettişleri verilen adrese gittiklerini ve boş bir çiftlik evinden başka şey bulamadıklarını söylediler.

Carlos Allende, mevcudiyetinin büyük kısmını saklanarak geçirdi. Araştırma alanındaki birkaç kişiyle haberleşti ancak nerede olduğunu bildirmesi için asla zorlanmadı. 1969 yılının yaz aylarında Hava Fenomeni Araştırma Organizasyonu’nun (APRO) Tuscon bürosuna uğrayıp, anlattığı her şeyin bir düzmece olduğunu itiraf edinceye kadar Allende, ele avuca gelmez bir kişilik olarak kaldı. Allende, daha sonra bu itirafından vazgeçti.

  1. Moore onun çevresindeki gizemi genişletti, Berlitz’le birlikte yazdığı kitabının büyük kısmını Allende’ye ayırdı: “Onun hakkında kesin bir şey söylemenin pek imkanı yok,” diye yazdı

Ve adamın çingene kökenli olduğu izlenimini verdi. Fakat Brad Steiger, Al Bielek ile birlikte yazdıkları The Philadelphia Experiment and Other UFO Conspiricies (Philadelphia Deneyi ve diğer UFO Komploları) adlı kitapta bir adım daha attı ve cesurca sordu: “Carlos Allende ve onunla haberleşenler, asırlarca önce dünyada kök salan ve o zamandan beri yer altında ileri bir kültür kuran dünya dışı bir gücün temsilcileri midir?”

Araştırmacı Robert A. Goerman 1979 yılının Temmuz ayında, komşularından birisinin gerçekten de Carl’ın babası olan yetmiş yaşındaki Harold Allen olduğunu keşfetti. 31 Mayıs 1925’de Pennsylvania’nın Springdale kentinde doğan Allende’nin çingenelerle hiç bir kan bağı yoktu. Goerman’ın araştırmaları Carl Allen’in hayatı üzerine pek de parlak olmayan bir ışık tutmuştu. Goerman şöyle yazmıştı: “Carl Meredith Allen, hiç bir işte dikiş tutturamamış biridir. Kaybolan bir geminin harika hikayesinden başka kendisi hakkında anlatacağı hiç bir şeyi yoktur.” Peki ya baskın yapılan ve boş bir çiftlik evi olduğu iddia edilen yer? Orası hiç boş olmamıştı ve Allen ailesinin mülküydü. Oraya gittiğini iddia eden “araştırmacılar” da kendi küçük yalanlarını söylemişlerdi.

Dramatik Gelişmeler

İşler bu noktada durmuş olsaydı, kamuoyunun hayal gücünü tutuşturacak bir ateş olmayacak ve bu öykü de bulvar gazetelerinin ve özel yayımların sayfalarına gömülen sayısız
öyküden biri olarak kalacaktı.

Derken, Michigan Üniversitesi’nde astronomi dalında diploma çalışması yapmış fakat doktorasını tamamlayamamış olan oto yedek parça satıcısı Morris Jessup’un da bu olaya dahil olduğu haberi geldi. Namuslu bir araştırmacı olan Jessup, 1955’de The Case for the UFO (UFO Vakası) adında bir kitap yayımlamıştı. 13 Ocak 1956’da Carlos Allende’den bir mektup aldı, bu; ellinin üzerindeki mektup dizisinin birincisiydi. Allende mektupta,

Jessup’un Birleşik Alan Teorisi hakkındaki spekülasyonunu eleştiriyor ve Einstein’ın, destroyerin görünmez hale gelmesine yol açan donanma deneyiyle sonuçlanan fiziğinin bir yorumunu tarif ediyordu. Jessup’un canı sıkılmıştı fakat belirli bir şey elde edemeyeceği için konuyu bir kenara bıraktı. Allende’nin iddiaları için sağlayabildiği tek “kanıt”, S.S. Andrew Furuseth adlı gemide kendisiyle birlikte olan birkaç kişinin adının bulunduğu bir listeydi fakat hiçbir tarihi tam olarak hatırlamıyordu.

1957 baharında, Washington, D.C.’deki Donanma Araştırma Bürosu (ONR) Jessup’u resmi olarak ziyaret etti. Ellerinde, Jessup’un kitabının bir kopyası vardı. Bu kopya, Texas’ın Seminole kentinden postaya verilmişti ve üzerinde farklı renkte kalemler kullanan üç farklı kişinin notları bulunuyordu. Bu notlar, not alan kişilerin UFO’lar hakkında; kökenleri ve onların hareket sistemleri de dahil her şeyi bildiklerini ima ediyordu. Binbaşı Darrel Ritter, üzerinde notlar alınmış bu kitabı yüzbaşı Sidney Sherby ve özel projeler subayı, komutan George Hoover’ın dikkatine sundu. Ardından bu üç subay, Jessup’u aramışlardı; Jessup ise bu üç yazarın bilgilerini tanımlamak için kullandığı bilimsel gibi görünen terimlerin, Allende’nin mektuplarını çağrıştırdığını görünce şaşırmıştı. O da, görgü tanığı olduğunu söyleyen kişiyle daha önceki mektuplaşmalarını donanmanın dikkatine sundu. Hoover ve Sherby’nin kışkırtmasıyla, Varo Manufacturing şirketi Jessup’un kitabının üzerine notlar alınmış olan bu nüshasından 127 adet bastı. Ve, hızla koleksiyoncuların en çok aradığı eser haline gelen bu baskının, UFO’lar hakkındaki son gerçeği ve hükümetin onlar hakkında gizli bilgilere sahip olduğu yolundaki kanıtları içerdiği kanısı doğdu.

Allende’nin anlattıkları Jessup için bir takıntı haline geldi. Zaten zorlu geçen kişisel yaşamı, ONR’nin ciddiye almış gibi göründüğü bu karanlık açıklamalarla birleşince, sıkıntılı araştırmacı derin bir duygusal karışıklığa girdi. Jessup 20 Nisan 1959’da intihar etti. Goerman’ın, Allen ailesiyle yaptığı röportajının sonuçları 1980 yılında yayınlanana dek, Carl Allen’in aslında üç ayrı kişiyi taklit ederek notlar aldığına ilişkin kanıta ulaşılamamıştı.

Yüksek Teknoloji İnanılırlık Sağlar mı?

Allende’nin Vallee’e aceleyle yazdığı anlaşılan on beş sayfalık şaşırtıcı mektupta ileri fizik kavramlarından söz ediliyordu: “Bir gün manyctodinamik öyle geniş bir alana yayılacak ki, şu anda olduğu gibi, henüz emekleyen bir bilim dalı değil de, ihtiyaçtan ötürü tam bir bilim dalı haline gelecek. Dr. Einstein ve onun KUVVET ALANI FİZİĞİ’ne yakalanacağız.”

Fizikte önemli bazı buluşlar yaptığını iddia eden Allende, çarpışan galaksiler hakkında astronomların gözlemleri gibi, büyük etki yaratacak örnekler vererek sözlerini sürdürüyordu:

“Deney aracı, büyük kuvvet alanı ve beraberindeki UV ışığını yayan aletin tekrarlamalı harekete geçmelerine bir kez maruz kalınca en belirgin şeyi yaptı: BAŞLANGIÇ NOKTASINA GERİ DÖNDÜ. Böyle yaparken etrafında süper yoğun kuvvet alanı (bir zarf) oluşturdu ve anında 375 kilometrelik bir mesafeyi geçti.”

Allende’nin tahminlerinden biri, DE 173’ün kendi gözleri önünde yaptığı gibi, bir gün evrenin de büzüleceği ve başlangıç noktasına geri döneceğiydi. Ve bir defasında da şu iddiada bulundu: Einstein, Jessup’un kitabının Varo baskısını ve Allende’nin mektubundaki ifşaatları okuyunca sağlığı etkilenmiş ve kısa süre sonra ölmüştü.

Başka yazarlar da USS Eldridge gemisi güvertesine yerleştirilmiş karmaşık bir ekipmanın mevcudiyetini ima ettiler. Brad Steiger ve Al Bielek yazdıkları kitapta, gemi ambarına bazı büyük jeneratörlerin yerleştirilmiş olduğunu, öndeki kulenin yıkıldığını iddia ettiler; geminin güvertesine, özel bir aktarıcı ve bir antenin yanına dört aktarıcı konmuştu.

Bilim Adamlarının Araya Karışması

Albert Einstein gibi hayli tanınan bir bilim adamını da öyküye dahil eden Philadelphia Deneyi destekçileri o noktada durmadılar; Berlitz ve Moore’un yazdığı kitap, yer çekimine karşı deneyleri Einstein ile birlikte yürüttüğü söylenen “Dr. Bielefeld” adlı birinin akademik koruması altında olduğu söylenen Dr. Townsend T.

Brown’u da öykünün içine çekti. Philadelphia Deneyi’ne karıştığı iddia edilen büyük bilim adamlarının listesi bu kadarla da bitmez; John Von Neumann, göze çarpacak şekilde W. Moore’un iddialarında yer alır. 1994’te, Allende’nin anlattığı deneye katılan denizcilerden biri olan Al Bielek adlı bir adam, büyük heyecan yaratan iddialarla ortaya çıkar. Bielek’in iddiasına göre; deneydeki bilimsel prensiplere Nikola Tesla, Chicago Üniversitesi dekanı John Hutchinson ve Avusturyalı Dr. Amil Kurtenauer öncülük etmişlerdir. Al Bielek,konferanslarında ve röportajlarında bu durumu uzun süre boyunca şuurlu olarak hatırlayamadığını söyler; gizli proje içindeki rolünü unutması için beyni yıkanmış fakat. 1988’de gösterime giren filmi gördükten sonra hafızası yavaş yavaş yerine gelmiştir.

Gizli Dosyalar

Ufolog J. Vallee’nin bir yardımcısı, Donanma Deniz Sistemleri Komutanlığı’nın patlayıcılar araştırma bürosunda çalıştığı sırada, donanma’nın, ikinci Dünya Savaşı esnasında, onlarla ilgili çalışmaları hakkında Albert Einstein’la yaptığı yazışmaları içeren gizli bir dosyayı görmüş ancak Donanma dergisine bu konuda bir makale yazabilmek için dosyanın gizliliğini kaldırmaya çalıştığında, isteği reddedilmişti. Böyle durumlar, hükümetin UFO’lar ve benzeri bilinmeyen konularda “anlattığından daha fazlasını bildiğini” iddia edenlere inanılırlık sağlamaktadır. Jessup’un kitabıyla ortaya çıkan ONR’nin işe karışması, Allende’nin iddialarına resmi otoritelerin de ilgi gösterdiğini, üst düzey yetkililer arasında daha derin, daha karanlık amaçların söz konusu olduğunu ima etmektedir ve bu da öykünün tuzu biberi olmuştur.

Popüler Anlatımın Yararı

Paranormal alandaki pek çok gerçek etkinlik aslında öylesine karmaşık ve karışıktır ki, kamuoyunun hayal gücünü harekete geçirmede başarısız kalmaktadırlar. Örneğin Princeton Üniversitesi’nde uygulanan PK (psikokinezi) deneyleri hakkında bilgi edinmek isteyen bir kişi, en azından temel istatistik bilgisine sahip olmalıdır.

Aksine, Carlos Allende büyük bir geminin ortadan kaybolmasına tanık olduğunu iddia ettiğinde, kamuoyu tarafından anında anlaşılabiliyordu. Anlattıkları, herhangi bir kişinin anında gözünün önüne getirebileceği bir durumu içeriyordu: Destroyer bir an için Philadelphia limanındaydı, bir sonraki an ise artık orada değildi. Denizciler inanılmaz güçlü “kuvvet alanına” yakalanmışlardı. Bazıları hasta olmuş, diğerleri çıldırmıştı. Bu, hem entrikalarla dolu, hem dramatik ve hem de görsel bir hikaye idi; duyan herkeste “Sonra ne oldu?” sorusunu sorma isteği uyandırıyordu.

Güvenilir Araştırmacıların İlgisi

Jessup’un ölümünden sonra pek çok hevesli Ufolog, Philadelphia Deneyi hikayesine karıştı. Çok iyi tanınan bir yazar ve paranormal olay araştırmacısı olan Ivan T. Sanderson, Jessup’la arkadaş olduğu için vakayla zaten hep ilgilenmişti. Diğer yazarlarla mektuplaşması, hikayeyi canlı tutmaya yardım etti. Stanton Friedman ve Cray Barker gibi araştırmacılar da vaka üzerine yorumlar yaptılar. Hatta Barker, Morris Jessup’un öldürülmüş olabileceğini ve ölümüne intihar süsü verildiğini bile önerdi.

1994’te CUFOS Ufo Araştırmaları Merkezi Başkan Yardımcısı olan yazar Jerome Clark bir makalesinde “UFO varlıklarının, sıklıkla, insan gözüne görünmeyen biçimlerde aramızda bulundukları güçlü bir olasılıktır ve bunu inkar etmemiz artık bizim için bir hayli zordur.” diyor ve teorisini desteklemek üzere Allende’nin mektuplarından söz ediyordu. “Donanma’nın, onun mektuplarına gösterdiği tuhaf ilgi ve daha sonra yayınlanan Varo belgesi, onun yazılarındaki hakikat unsurunu göstermektedir.” diye belirten Clark şu spekülasyonu da yapmıştır: “Görünmezlik ışınının yaratılması, dünyasal bilimin parmaklarının ucundadır. Peki öyleyse dünya dışı bilim için neler diyeceğiz?”

1993 yılına gelindiğinde J. Randolph Winters’ın bir konferansında anlattıklarını Carlos Allende duysa, fizik tarihinde hiç beklenmedik bir görünmezlik haline ve gerçek teleportasyona yol açan hatalı radar deneyleri ve sürüngenimsi uzay yaratıkları teorilerinden oluşan karmaşıklığın içinde kendi uydurduklarını tanımakta zorluk çekebilirdi.

İletişim Araçlarının Reyting Kaygısı

Philadelphia Deneyi vakası, gerçeklerin kontrol edilebilmesinden çok önce ve Carlos Allende’nin olayla ilgili herşeyi açıklaması durumunda hayatının tehlikeye gireceğini iddia ettiği bir dönemde yayınlanan bir kitap ve gösterime giren bir filmle çok büyütülmüştür.

Böyle hikayeleri büyütmek, medyanın önemli bilimsel gelişmelerden kamuoyunu haberdar etmek göreviyle pek az ilgilidir. Kaprisli seyircilere renkli, tartışmalı karakterlerin sürekli yenilenen durumlarını sunmanın ardında yatan neden, izlenme oranlarını artırma ihtiyacıdır.

İletişim araçları, herhangi bir öyküyü dramatik bir konuşma veya uygun etkili bir kamera açısının gereksinimlerine uydurmak için çarpıtmakta hiç tereddüt etmezler. Böylece, bazı sevilen televizyon şovları, Philedelphia Deneyi’ni anlatan bölümlerinde USS Eldridge gemisini görünmez kılmakla yetinmeyip; hikayeyi daha dramatik yapmak için geminin fiziksel olarak ortadan yok olduğunu iddia etmişlerdir. Oysa, böyle aniden bir ortadan kaybolma durumunda, geminin ardında bıraktığı boşluğu doldurmak için tahminen 1900 ton suyun oraya akması gerekirdi ve oluşacak büyük dalgalar bütün donanma tersanesini su baskınına uğratırdı. Ancak bu kaçınılmaz sonuç, bu şovlarda hiç tartışılmamıştı.

Sosyo- Ekonomik Yapı da Öyküye Uygundu

Ellili yılların sonunda ve özellikle altmışlı yıllarda Amerikan kamuoyu, bahriyelilerin ve diğer askeri personelin; salgın hastalıktan bakteriyolojik örneklemeye, zihin kontrolünden kasten nükleer radyasyona maruz bırakılmaya dek çeşitli deneylerde, olan bitenlerden habersiz denekler olarak kullanıldıklarını öğrenmeye başlıyordu. Ağaç yapraklarını döken maddelerin, napalm ve diğer kimyasalların aşırı kullanımı gibi özellikleriyle Vietnam Savaşı bu durumu iyice gözler önüne çıkardı. Gizli donanma deneyinin sözümona kurbanı olan Allende de kendisini dinleyenlerin sempatisinden yararlanıyordu.

Zor bir araştırma alanı içinde kıyıda kalmış, namuslu ve kendini adamış bir araştırmacı olan bir başka “kaybeden”in yani Morris Jessup’un işin içine karışması, halkın gözünde duruma daha çok inanılırlık ekledi.

Büyük savunma harcamalarının gittikçe artan şekilde sorgulanmaya başladığı bir dönemdi; vergi ödeyen vatandaşlar, ABD Savunma Bakanlığı’nın paralarını nasıl harcadığını bilmek istiyorlardı. Philadelphia Deneyi’ne gösterilen ilgi zirveye çıktığı sırada, çok gizli bir uydu programını desteklemek için örtülü ödeneklerin rakamları da gittikçe büyüyordu. Paranın büyük miktarlarda bir yerlere gittiği ve paranın gittiği yer hakkında Washington’un yalan söylediğine dair genel bir his vardı. Bu anlayış ile Allende’nin fizik alanında radikal, gizli bir hamle yapıldığı konusunda haklı olduğu düşüncesi arasındaki mesafe çok büyük değildi. Resmi ağızlar tıpkı bugün de yaptıkları gibi borçlanmanın azaltılması, nakit paranın sıkı takibi, daha iyi toplumsal programlar ve daha düşük savunma bütçelerinden söz ederlerken, yeni silahların ve savunma sistemlerinin geliştirilmesi ve gizlice denenmesine ayrılan muazzam miktarlarda kayıt dışı paralar harcamaktaydılar. Bu büyük çelişki, Philadelphia Deneyi hakkında tutarlı, tutarsız yeni öyküler üretilebilmesi için bir inanılırlık atmosferi oluşturmaktaydı.

Gizli Temasa İlişkin İmalar

Philadelphia Deneyi’ni onayladığı söylenen “kanıt”, yazar W. Moore’un posta kutusuna gönderilmişti. “Gizemin bu en önemli alanında bir sıçrama yapacak şeyi ilan etmek, sonunda mümkün.” diye yazmıştı Moore, C. Berlitz’le birlikte yazdıkları kitapta. Ve eklemişti: “Güvenilir bir posta kutusunda, isimsiz bir kaynaktan alman bir gazette kupürünün fotokopisi bulunuyor.”

Tarihsiz ve hangi gazeteden kesildiği de belli olmayan kupür “Brawl Tavernası Çevresindeki Tuhaf Olaylar” başlığını taşıyordu. Anlaşılan, 1943 yılında bir Philadelphia barında bir kavga kopmuş, donanma sahil güvenliği yardım için polisi çağırmış ve memurlar olay yerine vardıklarında, orayı bomboş bulmuşlardı.

“Sinir krizinin eşiğindeki iki garson kıza göre, önce sahil güvenlikçiler gelmiş ve orayı temizlemişlerdi; fakat kavgaya karıştığı iddia edilen iki denizci çoktan bir “gözden kaybolma” numarası sergilemişlerdi bile. “Adeta havaya karışıp kayboldular, tam şurada,” dedi kızlardan biri ve ekledi: “Hem ben içki de içmiyordum!” Tavernaya verilen zarar, altı yüz dolar olarak belirlenmişti. Daha büyük, doğrulanmayan bir gizemi (görünmez olan bir destroyeri), doğrulanabilecek fakat isimsiz bir kaynaktan gelen küçük, tuhaf bir olaya bağlayınca; kandırıldığından kuşkulanmayan bir okuyucu, bütün öykünün artık doğrulandığı izlenimini edinebilir. O gazete kupürü Bill Moore’a neden isimsiz gönderildi? Bu öyküyle olan ilişkisi nedeniyle, bu kupürü gönderen kişi kimliğini açıklasaydı bir cinayete mi kurban giderdi? Eğer bu doğruysa, olayı bilen kişiler cesur araştırmacıların geçtiği yollara imalar ve kanıt parçaları yerleştirerek onlara yardım ederken, kendileri gölgede kalmak zorundaydılar. Neyse ki, 1943 sonbaharında o barda olan denizcilerden biri ortaya çıktı ve Ufolog J. Vallee’e tüm bildiklerini anlattı.

Philadelphia’da Aslında Neler Oldu?

Edward Dudgeon’ın 1992’de yazdığı mektup, Philedelphia’da gerçekten de gizli bir teknik deneyin yapıldığı fikrini doğruluyordu ancak sabırla kaleme aldığı gerçek daha basitti.

“Eldridge DE 173 gibi aynı zamanda orada olan bir destroyerde idim. Bizim gemimizde de aynı gizli teçhizat olduğundan, bütün o tuhaf olayları açıklayabilirim. Diğer iki destroyer ve USS Eldridge’le birlikte, Bermuda’da konvoy oluşturma egzersizi yapmıştık ve Philadelphia’ya geri dönüyorduk.”

Bir kaç hafta sonra J. Valle ile şahsen tanışan Edward Dudgeon yanında kimliğini ve A.B.D. donanmasından terhis belgelerini de getirmişti. İki saat süren toplantıda öyküsünün tüm ayrıntılarına girdi: 1942’de donanmaya katılmak için nüfus kağıdında değişiklik yapmış, yaşını büyük göstermişti. Iowa eyaletinde elektronik tahsili yapmıştı. Donanma, onu bir elektronik okuluna göndermişti. 1943 Şubat ayında üçüncü sınıf elektrikçi yardımcısı olarak mezun olmuş ve aynı yılın Haziran ayında DE 50, U.S.S. Engstrom’da göreve başlamıştı.

Bu gemi, DE 173 Eldridge’in tersine, buhardan elde edilen elektrikle çalışan bir dizel elektrik gemisiydi. Bu gemiler elektrikçiler tarafından çalıştırılıyordu. Gemi, yüksek devirli pervanelerin (uskur) yerleştirebilmeleri için kuru tersaneye çekilmişti.

Yeni pervaneler, Alman denizaltılarının işitebilmesini güçleştiren, farklı bir ses çıkartıyordu. Gemiye ayrıca su altı tespiti için yeni bir sonar da yerleştirilmiş ve mürettebatın “kirpi” adını taktığı bir cihaz, geminin baş tarafındaki makinelinin önüne konulmuştu. Yirmi dört ile otuz metreye kadar kıyı derinliklerine ateş açabiliyordu ve iki kilometrelik menzili 180 dereceyi kapsayabiliyordu. İşte, sırlardan biri buydu.

Donanma, de-gaussing (manyetik alanın şiddetini yok etme) işlemi yaparak gemileri manyetik torpillere karşı “görünmez” hale getirmeye çalışıyordu. Dört gemi aynı dönemde bu şekilde teçhiz edilmişti: 1943 Haziran ve Temmuz aylarında DE 48, DE 49, DE 50 ve DE 173 yani USS Eldridge. Donanma, kuru havuzda ticari gemiler dahil bütün gemilerin de-gaussing işlemini yapmaya başlamıştı, aksi halde gemiler manyetik torpilleri çeken mıknatıslar haline geliyorlardı.

Gemiler de-gaussing işleminden sonra başka görevlere gitmek için  birbirlerinden ayrılmışlardı. 1944 başına kadar Bermuda’da yerleşen DE 48 ve Eldridge Atlantik’te kalmışlar, sonra Pasifik okyanusuna geçmişlerdi. Eldridge ile ilgili olağanüstü bir şey söz konusu değildi. DE 50’nin mürettebatı, dolayısıyla Edward Dudgeon 1944’de USS Eldridge’in mürettebatıyla tanışmışlar, partiler vermişler ama alışılmadık herhangi bir şeyden hiç söz edilmemişti.

Peki ya Allende’nin anlattığı ışık fenomenleri neyin nesiydi? Dudgeon “Onlar harikulade tipik elektrik fırtınalarıdır. St. Elmo Ateşi, denizciler için çok bildik bir şeydi. Konvoyla Bermuda’dan gelişimizi hatırlıyorum ve ışığın içine girmiş olan bütün gemiler yeşil bir ateşle yanıyor gibiydiler. Yağmur yağmaya başlayınca yeşil ateş ortadan kaybolurdu,” diye açıklıyordu.

Eldridge’in nasıl havaya karışıp kaybolduğunu veya 1943 Ağustos ayında o barda gerçekten neler olduğunu anlatması istendiğinde Edward Dudgeon, “Bütün hikayenin en basit kısmı bu.” diye yanıtladı. “O akşam ben o bardaydım, iki ya da üç bira içmiştik ve gizemli bir şekilde ortadan kaybolduğu söylenen iki denizciden birisi bendim. Diğer arkadaşın adı da Dave idi. Soyadını hatırlamıyorum, fakat kendisi DE 49’da görev yaptı. Denizcilerden bazısı gizli teçhizat hakkında övünmeye başlamıştı ve biz onlara çenelerini kapatmalarını söylediğimizde kavga başladı. Biz düşük rütbeliydik. Askere yazılma belgelerimde hile yaptığımı size söylemiştim. Kavga çıkınca garson kızlar bizi arka kapıya koşturdular ve daha sonra, hakkımızda herhangi bir şey bildiklerini inkar ettiler. Gemimiz sabaha karşı saat ikide yola çıkacaktı. Eldridge ise gece saat ll’de yola çıkmıştı. O gece limana bakan biri Eldridge’in artık orada olmadığını fark edebilirdi.”

Ve USS Eldridge Norfolk’ta görünmüştü. İmkansız bir iş gibi görünmesine rağmen, ertesi sabah yine Philadelphia limanındaydı: Haritaya bakıldığında ticari gemilerin bu yolculuğu iki günde yaptıkları görülmektedir. Fakat donanma, Chesapeake- Delaware kanalı denilen ve iki günlük yolu kısaltan bir iç kanalı kullanıyordu. Diğer gemilerin iki günde aldığı yolu, destroyerler altı saatte almışlardı.

Başka bir ifadeyle süreç şöyleydi: Tersaneden çıkış, kanal boyuncailerleyiş, Norfolk’ta cephaneyi yükleyiş, Philadelphia’ya geri dönüş, pusulaları kurmak ve radar ve sonar tertibatlarını denemek için denize çıkış.

USS Eldridge asla ortadan kaybolmamıştı. Dört gemi de 1943 yılının Temmuz ayında Bermuda’ya gitmişler ve Ağustos ayı başında geri dönmüşlerdi. Edward Dudgeon sözlerini şöyle noktalamıştı:

“Eldridge’in nereye gittiğini biliyorum; gemi hiç de görünmez değildi, çünkü o Virginia’dan geri dönerken Chesapeake Körfezi’nde hemen yanından geçtik. O sırada ozon kokusunun eşlik ettiği, yeşil alevler oluşturan bir manyetik fırtınaya da yakalandık. Yağmur yağmaya başlayınca parlayan yeşil alevler kesildi.”

Philedelphia Deneyi sırasında gözden kaybolduğu söylenen USS Eldridge ve ardından gözden kaybolup gittikleri anlatılan denizcilerle ilgili öykünün “görünen” versiyonu şimdilik bu şekilde. Hoaxes (Düzmece Öyküler) adlı kitabın yazarı Curtis MacDougall “Bir öykü; masal veya efsane olarak sınıflandırılabilecek kadar uzun süren bir nitelik kazanmışsa, ona bir son verme ümidinden vazgeçilmelidir.” demektedir. DE 173’ün ortadan kaybolma öyküsü, 2001 yılında bile tuhaf çekiciliğinden hiçbir şey yitirmediğine göre MacDougall’a hak vermek gerekir.

Ancak sırf bize inanılmaz geldiği için bir öyküye son vermeye çalışmak da doğru olmaz. İnanılmaz bir öykünün, ondan çok daha inanılmaz ama gerçek olayları örtbas etmek için uyduramadıklarından hangimiz emin olabiliriz ki?

Philedelphia Deneyi hakkında yazılan makaleleri çeviren ve derleyen: Cengiz Çevre