Duygular Üzerinde Çalışmak
Nusret Sefa Yılmaz-
DÖRDÜNCÜ yol sistemine göre insanın bazı temel işlevlerini yöneten üç farklı merkezi vardır. Bunlardan ilki içgüdü-hareket merkezidir. Bedenin hemen hemen tüm mekanizmasıyla bu merkez ilgilenir. Diğeri duygu merkezidir ve ana fonksiyonu duygularla ilgili faaliyetlerin yürütülmesidir. Entelektüel merkez de isminden de anlaşılacağı gibi zihinsel faaliyetlerimizin mekanıdır. Her düşüncemiz, akıl yürütmemiz, fikir üretmelerimiz bu merkezde meydana gelir.
Entelektüel merkez ile duygusal merkezin hareket merkezine göre farklı özellikleri vardır. Bu iki merkez aynı zamanda kendi içinde ikiye bölünmüş şekilde fonksiyonlarını devam ettirirler. Zihinsel merkez düşündüğü, fikir yürüttüğü, mantık aradığı zaman evet ve hayır tarzında bunu gerçekleştirecektir. Bir fikir ile karşılaşır ve buna evet veya hayır şeklinde reaksiyon gösterir. Ya kabul eder ya da reddeder. Bunu yaparken referans aldığı durum ise biriktirmiş olduğu, hafızasında kayıtlı kıyas bilgileridir. Kısacası deneyimleridir.
Duygu merkezinin aynı bölünmüş fonksiyonu hoşlanma ve hoşlanmama üzerine çalışır. İnsan hayatta bir etki olarak ne ile karşılaşırsa karşılaşsın bundan ya hoşlanacaktır ya da hoşlanmayacaktır. İfade etsin etmesin kişide duygu merkezine düşen ilk izlenim mekanik olarak hoşlanma ve hoşlanmama ile sonuçlanır.
Duygu merkezinin diğer iki merkezden farklı olarak başka bir bölünmüşlüğü vardır ki bu öğretiye göre insan doğduğunda mevcut olmayan fakat çocukken kazanılan, özden dolayı değil kişiliğin gelişimiyle ortaya çıkan negatif duygularıdır. Bu şekilde duygu merkezi olağan duygular ve negatif duygular şeklinde çalışır. Bu konuya daha geniş yer ayıracağız.
4. yol öğretisi, bu üç temel merkezimizin dışında ayrıca Entelektüel ve Duygu merkezlerinin daha yüksek merkezlerinin de olduğunu söyler. Yüksek duygusal merkez ve yüksek zihinsel merkez olarak isimlendirdiği insanın bu alanlarıyla doğrudan iletişimde olmadığımızı, buradan gelen etkilerin genelde hayat içerisinde çok nadir flaşlar tarzında gerçekleştiğini, zaten bu merkezlerden olduğu gibi etki alabilseydik bunu çok çabuk unutacağımızı çünkü bunun için yeterli kapasitemizin olmadığını söyler. Ancak ümitsizliğe kapılmamamız gerektiğini insanın kendi üzerinde çalışması özellikle negatif duygularıyla özel olarak ilgilenmesi durumunda yüksek merkezlerden daha çok tesir alabileceğimizi de ekler.
Eğer merkezlerimiz sadece kendi görevlerini yapabilselerdi yani düzgün çalışabilselerdi zaten yüksek merkezlerle temasa geçebilirdik. Fakat ne var ki durum hiç de böyle değil çünkü merkezler sık sık birbirlerinin işlerine karışırlar. Entelektüel merkez duygu merkezinin işine karıştığında duygularımızla halletmemiz gereken bir durumu elimize yüzümüze bulaştırarak akılla ve mantıkla ele almaya çalışırız. Veya tam tersi zihinle ele alınabilecek bir konuyu duygu merkezinden geçirdiğimizde bu sefer hiç istemediğimiz sonuçlarla karşılaşabiliriz. Bunların hayatta çok güzel örnekleri var ancak makalemizin konusu bu olmadığı için örnekleri konuyla ilgili başka bir yazımıza saklayalım.
Fakat yüksek merkezlerle özellikle yüksek duygusal merkezle iletişime geçememiş olmamızın en büyük nedeni sonradan oluşan negatif duygulardır. O halde duygusal merkezlerle çalışmak dediğimizde bunun bizim için anlamı hem olağan duygular üzerinde çalışmak hem de negatif duygular üzerinde çalışmak olmalıdır. Eğer negatif duygular olmasaydı dünya bugün cenneti andıran bir gezegen olurdu. İnsanlığın en büyük sorunu negatif duygulara sahip olmasıdır. Ayrıca acılarının, ıstıraplarının en büyük sebebi bu negatif duygulardır.
Pek çok negatif duyguya sahibiz. Temeli kendimizi sevmeye, kendimize aşırı değer vermeyle ortaya çıkan negatif duygularımızın başında öfke, kızgınlık, nefret, endişe, kaygı, karamsarlık, bencillik, hasetlik, gurur, kibir, kıskançlık, korku, şüphe, antipati, alınganlık, garezlik gelebilir. Listeyi uzatmamız mümkün. Bu duyguların bazıları -endişe, kaygı, karamsarlık, korku, şüphecilik gibigeleceği ilgilendirir ve insanın zihnini uzun süre meşgul edebilir. Bazıları da geçmişle alakalıdır. İntikam duygusu, nefret, öfke vs gibi. Bunlarda ciddi negatif döngüler yaratabilmektedir. Kısacası hepsi olumsuzdur ve ortaya çıkardığı negatif alanla birlikte insana acı verir. Kesinlikle üzerinde çalışılmalıdır.
Negatif duyguların doğuştan değil sonradan oluştuğunu, kişilikle beraber geliştiğini ve hayat içerisinde evrimleştiğini belirtmiştik. Özellikle ilk algılarımız gelişmeye başladığında içgüdesel duygularımız dışında diğer tüm negatiflikler adeta taklitle, modelleme ile başlar. Öncelikle anne babadan başlayarak yakın çevre, arkadaşlar, akrabalar vs. sürekli onları taklit ederek öğreniriz. Öğrendiğimiz şeyler her zaman için olumlu, işe yarar, gerekli şeyler değil çoğu zaman yaşanan olaylara verilen tepkiler, bireyler arasındaki duygu ve tutumlardır. Ve tüm bunlar taklit edilerek öğrenilir. Dolayısıyla ister istemez kişiliğin geliştiği yaşlarda negatif duyguları öğrenmemiz kaçınılmazdır.
Sonradan oluştuğu için duygu merkezinin negatif bölümü aslında merkezin pozitif – negatif diye bölünmesine yol açmaz. Fakat duygu merkezinin düzgün çalışmasını büyük bir oranda etkiler. Örneğin negatif bölümde yer alan duygular olağan duygularımızın kendini ifade etmesine büyük bir oranda engeldir. Bir insanın kibrinden dolayı yaşadığı herhangi bir olumlu duyguyu karşısındakine ifade edememesi gibi. Ya da yaşadığı kıskançlık yüzünden birinin karşısındaki insanı takdir edemeyişi, bambaşka bir olaya öfkelendiği halde bireyin aile üyelerine veya işyeri çalışanlarına merhametsiz davranması vs. örnekleri çoğaltmamız mümkün.
Negatif duygular duygu merkezinde adeta bir tıkanıklık yaratırlar. Bu da bütün merkezin düzgün çalışmasını, fonksiyonlarını hakkıyla yerine getirmesini engelleyecektir. Duygusal merkezdeki tıkanıklar ayrıca genel psişik yapımızdaki dengeyi de bozacak bu da zamanla fiziksel rahatsızlıklar gibi bazı temel sorunları ortaya çıkaracaktır. Öyle görünüyor ki duygu merkezi üzerinde çalışmak, özellikle negatif duygular üzerinde çalışmak dönüşüm ve tekamül yolunda kişinin en öncelikli ihtiyaçlarından biridir.
Tabi bunun çok kolay bir mesele olmadığının da altını çizelim. Çünkü negatif duygular çok güçlüdürler ve ayrıca bulaşıcıdırlar. Güçlüdürler çünkü negatif duygulardan hoşlanırız, bizdeki büyülü etkileri tahminimizden çok daha fazladır. -Negatif durumlardan neden boşlanalım ki?- diye sorabilirsiniz. Eğer hoşlanmıyor olsaydık bu halin içine hemen düşer miydik diye düşünmemiz gerekir. Bir negatif duygu yaşadığımızda görünüşte bundan şikayet ederiz fakat ilk fırsatta kendimizi bu tür duygulara tekrar tekrar açarız. Negatif duygular güçlüdürler çünkü bulaşıcıdırlar. Çevremizdeki insanlardan hemen etkileniriz. Negatif bir durumla karşılaştığımızda eğer özel bir çalışma yapmıyorsak bundan etkilenmememiz hemen hemen imkansızdır. Duygusal merkezin aktivitelerine karşı pasif hale gelmek, entelektüel merkezin aktivitelerine karşı pasif hale gelmekten çok daha zordur.
4.Yol derki: Eğer negatif bir içsel durum veya duygudaysak bu tamamen bu sizin suçunuzdur. İlk başta kesinlikle reddedebileceğimiz bu fikir, doğru gözlem yapıldığında kabul edilebilir olacaktır. Dış dünyamızdaki her duruma veya olaya her zaman olduğundan farklı bir reaksiyon gösterme imkanımız vardır. Gurdjieff’in dediği gibi “Negatif olmama hakkımız”ı kullanabiliriz.
Duygularımız üzerinde çalışmak için insanın öncelikle merkezler arasındaki dengesizliği uzunca bir süre incelemesi yani kendisinin fazla ve eksik yönlerini görebilmesi bunun için özel bir gözlem yapması gerekmektedir. Negatif duygularını görmeden, onların kendi üzerindeki güçlü etkilerini kabul etmeden insanın dönüşümü mümkün değildir. Öncelikle olaylarla, durumlarla, nesnelerle, insanlarla vs. dış dünyadan herhangi bir etki ile karşılaştığımızda bunu ilk önce hangi merkezde yorumluyoruz? Bu doğru olan merkez midir? Hayata karşı reaksiyonlarımız duygusal merkezde hangi noktalarda negatifleşiyor? Bu soruların yanıtlarını ancak uzun bir gözlem vasıtasıyla bulabiliriz.
Yaptığımız gözlemlerin varlıksal dönüşümümüzde gerçekten işe yaraması için öncelikle gözlenenlerin analiz edilmemesi, üzerinde çıkarımlara varılmaması gerekmektedir. Yalnızca onları görmemiz, böyle bir duygunun varlığını bilmemiz ve fotoğrafına hafızamıza işlememiz yeterlidir. Bu açıdan oldukça kolaydır ama maalesef zihin devreye girdiğinde her zaman için analiz yapmak isteyecek, bu duygunun nereden kaynaklandığını anlamaya çalışacak belki de bunun için kendini savunacaktır. Eğer bu durumla mücadele eder, objektif gözlemi sürdürebilirsek belirli bir süre sonra kendimizdeki pek çok negatif duygu yığınının farkına varmış olacağız. Bununla ilgili gözlemlerimiz sonucu elde ettiğimiz fotoğraflardan birikmiş belirli bir resim ortaya çıkacaktır. Kendimizdeki negatif durumlar bilinç alanımızda olduğu gibi belirmeye başlayacaktır.
Bu güçlü negatif duyguları yalnızca gözlemleyerek, analiz etmeden kayıt altına almak yeterli midir? Elbette ki olmayacaktır. Öncelikle herhangi bir negatif duygunun etkisi altına girdiğimizde kendimizi bu durumdan ayırmamız gerekecektir. Negatif duygular içimizde yüzlerce, binlerce bulunan, fırsat bulduğunda bizim adımıza hareket etmek, düşünmek, tepki vermek isteyen “ben”lere aittirler. Olaylar karşısında sürekli değişirler ve biz onlarla özdeşleşerek kendimizi “o” sanırız. Oysa ki o, bizdeki binlerce “ben”den biridir. Şimdi bir olayla öfkelenir, birazdan yine başka bir olayla sakinleşir. Bir süre sonra mutlu, başka bir süre sonra mutsuz olabilir. Tüm negatif duygular, bu sürekli değişen benlere aittir.
O halde herhangi bir negatif duygunun tesiri altında olduğumuzda bunun biz olmadığını, bizi temsil eden benlerden biri olduğunu bilmeliyiz. Öfkeli değilizdir örneğin, o an bir olayla ortaya çıkmış öfkeli bir “ben”in etkisindeyizdir. Uzun süreli gözlemler sonucu bunun farkına varabiliriz.
Bir gözlemle yakaladığımız negatif duygunun biz olmadığını, bizi temsil eden, kişiliğe ait bir “ben” olduğunu kabul ederek ondan kendimizi ayırmalıyız. Nedir kendini ayırmak? Yani onunla özdeşleşmemeliyiz. Kendimizi o “ben”le bir hissetmemeliyiz. Onun sadece temsili bir “ben” olduğunu kabul etmeliyiz. Bunu düşüncelerde değil bizzat hissederek yaşamalıyız. Bir süre sonra negatif duygunun tesirinin azaldığını veya yok olduğunu, yok olmasa da onun emirlerine uymadığımızın farkına varabiliriz. Başlangıçta ve bazı özel güçlü duygularda bu içsel ayrışma hemençalışmayabilir ama zamanla, uygulamalar sürdükçe işimiz kolaylaşacaktır.
Bunun dışında kendimize şunu soralım: Karşımdakinin bana hissettirdiği bu durumu ben de başkasına karşı hissettirdim mi? Örneğin bir arkadaşınıza yaptığınız bir davranıştan dolayı alındınız. Peki siz o davranışı veya benzerini daha önceki bir zamanda başka birine yaptınız mı? Bizde olmayan bir şeyi görmemiz zordur. Ayrıca ancak bizde olan bir şeye karşı çok fazla tepki gösteririz. Eğer bu sorunun cevabını bulabilirseniz sizdeki negatif duygunun ne kadar gereksiz olduğuna kanaat getirebilirsiniz. Bu güçlü bir yöntemdir.
Varlığın gelişimi ancak duygu merkezinin gelişimiyle mümkündür. Bu durumda negatif duygularımızı mümkün olduğunca ifade etmemek, onlarla özdeşleşmemek, kendimizi o duygu durumundan ve onun sahibi “ben”den ayırmak bizi dönüştürecektir. Bunlar sevgi, merhamet, şefkat, yardımlaşma vs. gibi olağan duygularımızın daha fazla ve özgürce ifade edilmesinde oldukça önemli bir başlangıç yaratır. Olağan duygularımızın gelişimiyle alakalı ayrıca sanatla uğraşmak, doğayla bütünleşmek, ilahi duygulara kendimizi açmak gibi bazı özel çalışmalar da yapılabilir. Tüm bunlar, bizi toplumun lanse ettiği sahte vicdan değil, bizde gömülü olan, öze ait, onu temsil eden gerçek vicdanın sesini duymamız için ön çalışmalardır. Bu konu da başka bir makalemizin konusu olacaktır.
Özetlersek tüm negatif duygular özümüze ait değildir ve sonradan taklit yoluyla edinilmiştir. Bu duygular bizim varlık seviyemizin ilerlemesine, dönüşümümüze ket vurmakta hayat içinde çeşitli şekillerde acı çekmemize sebep olmaktadır. Eğer bu durumdan rahatsız isek ve yaşamı öğretmen kılmak istiyorsak negatif duygular üzerinde çalışmalıyız. Yöntemler, uygulamalar basittir fakat çaba ister, istek ister.
Nusret Sefa Yılmaz