Hareketlerin Amacı
Plavan N. Go-
Yaşamın bir amacı ya da anlamı var mı? Bir birey olarak sahip olduğumuz türden bir amaç değil de sadece insana özgü olmakla beraber daha nesnel, daha evrensel bir şeyle bağlantılı bir amaç?
Bu soruya cevap vermek için duyduğu dayanılmaz istekle yola çıkan Gurdjieff, Doğu ve Orta Asya’nın uzak köşelerindeki insanlarla buluşarak veya bir cevaba sahip olduğu izlenimini veren çok eski gelenekleri arayarak yirmi yıl geçirdi.
Bu soruya en iyi yanıtı dinsel kitaplarda veya okült yazılarda değil de Doğu’daki tapınaklarda ve manastırlarda uygulanan gizemli danslarda ve jimnastikte bulmuş olması bizlere hayli tuhaf görünmektedir.
Pek çok mistik de “Yaşamanın bir anlamı var mı?” diye soran öğrencilerine felsefi bir yanıt vermek yerine onları “hareketleri” incelemeye davet etmiştir. Örneğin, bir saatin içinde ne saat kolu, ne de dakika kolu ama sadece saniye kolu çalışsaydı, sadece saniye kolu hareket etseydi, o saat ne işe yarardı? Bütün hareket etmiyorsa ve de uyum içinde hareket etmiyorsa bir şarkı olamaz.
İlk soru olan “Yaşamanın bir anlamı var mı?” bizi felsefi bir hastalık yerine varoluşsal bir araştırmaya götürecekse, bu soru daha gerçekçi bir hale dönüştürülmelidir: “Bizi hayat içinde ne hareket ettirir?”
Bu soru, çok iyi bilinen bir kendini sorgulama formülü olan “Ben kimim?” den bile daha derindir çünkü bu İkincisi “ben” duyumumuzun statik olduğunu varsayar. Sıradan “ben” duyumumuz ise sürekli hareket halindedir ve dahası daima belirli bir bölünmenin sonucudur.
Zen’de şöyle denir: “Tek bir anda zihnin tek bir hareketi tüm dünyayı aniden ikiye böler.”
Tüm sıradan algılamalarımızın dünyayı ikiye bölmemizin sonucu meydana geldiğinin farkında mıyız? Dünyayı bölmenin sayısız yolu vardır ancak biz nadiren nasıl böldüğümüzün farkındayızdır. Dikkatimiz “beyaz” tarafından yakalandığında, otomatik olarak “siyah”ı algılar. Ve bizim fiziksel ve psikolojik anlamlarda “yakın” ve “uzak” olarak algıladığımız şey nedir? Bu sorgulama önemlidir çünkü sıradan “ben” duyumumuz otomatik şekilde “yakın” olarak algıladığımız şeyle, o şey ister fiziksel ister psikolojik olsun, yakından ilgilidir.
Bu yüzden, tüm algılamalar bölmelere dayanır ve bölünen kutuplar arasındaki dinamikler iç dünyamızdaki hareketleri yaratır; bu hareketler arzularımızın, duygularımızın, hislerimizin ve ruh hallerimizin gerçek kaynaklarıdır.
Hareketlerimizin farkında mıyız? Farkında olduğunuza inanıyorsanız, hafızanızın içeriğini yoklayın: bunlar geçmiş anların çoğunlukla sözel başlıklara bağlanmış statik enstantane fotoğraflarıyla doludur, ancak hafızamız deneyimimizin gerçek özü olan hareketlerin anısını nadiren taşır.
Hareketlere ilişkin bu farkındalık eksikliğiyle bizler nasıl doğru şekilde arzu edebiliriz? Bir şey yapmak, bir yere gitmek veya birisi olmak istediğimiz zaman dikkatimiz bunun nasıl olacağına dair statik bir resim tarafından ele geçirilir. Ve bu resmi zihnimizde taşımanın yarattığı hareketin niteliğinden habersizizdir. Deneyimlerimizin hiçbir zaman beklentilerimize uymamasına şaşmamak gerek.
Gurdjieff in hareket alıştırmaları fiziksel bedenimizden çok sınırlı algılamamıza yönelik bir meydan okumadır. Sağ ayağımı öne koyduğum zaman neyin farkındayım? Gördüğüm kadarıyla, dikkatimin büyük bölümü otomatik olarak sağ ayağıma odaklanır çünkü onu öne koyuyorum. Ama o zaman, sol ayağımı tamamen unutuyorum ki aslında o, sağ ayağı öne koyan gücün kaynağıdır.
Tüm fiziksel ve psikolojik hareketler kutuplar arasında yer alır: artı ve eksi, yüksek ve alçak, daha çok ve daha az, zevk ve acı. Her zaman hareket halinde olmamıza rağmen, her hareketin arkasındaki iki kutbun nadiren farkındayız, biz onlardan biriyle özdeşleşmiş durumdayız.
Bunu dilbilimsel anlamda deneyebiliriz. Genellikle tam bir cümle iki unsura sahiptir, bir fiille birbirine bağlanan özne ve nesne, ve bu bağlanma bir harekettir. “Ben seni seviyorum” dediğimde, “Ben” veya “seni” veya “seviyorum” kelimelerinden birine vurgu yapma özgürlüğüne sahibim. İçsel deneyimim bu üç unsurdan hangisini seçtiğime bağlı olarak farklılık gösterecektir. Şimdi zor bir soru: “Ben beni seviyorum” dediğiniz zaman, ilk “ben” duyumuyla diğeri arasındaki fark nedir?
Dilbilimsel olarak, bir fiil hem özne hem de nesnenin farkında olmak açısından iyi bir pozisyona sahiptir. Gurdjieff bu hem özne hem de nesnenin farkında olma olayını “kendini hatırlama” olarak adlandırmıştır. Bu kendini hatırlama, kendimizi bir fiil ya da hareketin pozisyonuna koyarsak daha kolay olacaktır.
Başka bir ilginç soru daha: “Bir hareketle özdeşleşmek mümkün müdür?” Görünüşte cevap “evet”tir; örneğin, treni kaçırmamak için istasyona koştuğum bir deneyimimi hatırlarım. Ancak bu örneği dikkatle incelersem, hareketle değil treni kaçırmakla özdeşleştiğimi görürüm, böylece yaptığım hareketin hiç farkında değilimdir.
Bu kısa yazıda hareketlere dair derin bir incelemenin sunacağı gerçeğin tüm yönlerini aktarmamız imkansızdır. Eşzamanlı olarak gerçekleşen çok sayıda hareketin gizemli dinamizmini hesaba kattığımızda dünyaya dair tamamen yeni bir algılama şekli doğacaktır.
Bilim adamları Gurdjieff hareketlerini uygularken yaklaşılması son derece mümkün olan bu gizemden ancak daha yeni dönemlerde bahsetmeye başladılar; bu, eşzamanlı olarak yer alan çok sayıda süreç arasındaki etkileşimlerin karmaşıklığını ele alabilecek bilgisayarların mevcudiyeti sayesindedir.
Bilim dünyasının fraktal teorisi, kaos teorisi, doğrusal olmama durumu, çoğul süreçler arasındaki karmaşık etkileşimlerin incelenmesi gibi son günlerde popüler sohbetlere konu olan ve organik bir evrende entropinin büyümesine karşı durabilecek unsurlar, Gurdjieff in yazılarında ve “hareketler”inin tasarımında neredeyse yüz yıl önce yer almıştır.
Hem Gurdjieff in hem de zamanımızın bilim adamlarının görüşlerine göre, gerçeğin hareketler aracılığıyla incelenmesi sonuçta şu sorunun cevabına işaret eder: Hayat niçin vardır?
İnternet’teki makaleden çeviren: Neslihan Parlak