Mısırlıların Kökeni

Mısırlıların Kökeni –

GülferÜlgentay

GİRİŞ

Mısırlar, Uygarlık tarihinin en gizemli ve en ezoterik Uygarlıklarından bir tanesidir. Günümüze değin Mısır Uygarlığı konusunda pek çok arkeolojik çalışmalar ve araştırmalar yapılmıştır. Ancak buna rağmen hala Mısırlıların kökeni hakkında çok kesin ve eksiksiz bilgilere sahip değiliz.

Grek tarihçi Herodot bize; Mısırlıların kökenlerine ait sorulara, atalarının “en eski insanlar” olduklarını söyleyerek yanıt verdiklerini ve geldikleri yerin yönünü belirtmek için batan güneşi işaret ettiklerini anlatır”; ve en eski çağlardan itibaren rahiplerin (naakaller dediğimiz bilge kişilerin) uluslarının tarihini ilgilendiren belli başlı olayları, dünyada olup biten ve hakkında bilgi sahibi oldukları vakaları titizlikle kayda geçirdiklerini ve bunların mabetlerin kutsal arşivlerinde korunma altına alındıklarını belirtmektedir. Ayrıca Herodot, Mısırlıları en iyi öğrenim görmüş ve en bilgili insanlar olarak tanımlamaktadır.

Herodot’tan başka Grek yazarlar da Mısırlıların çok eski bir halk olduğuna dair görüş bildirmişlerdir. Bunlardan birisi de Aristo’dur. Aristo Mısırlıların iddialarına dayanarak bazı anıt yapıların on bin yaşında olduğunu belirtir.

Eflatun ise Mısır’ı M.Ö. 400’lerde ziyaret ettiğinde öğretmeni Sais’li rahip Suçis’ten Mısırlıların ilk yerleşimcilerinin, Nil kenarındaki Nubia’ya gelmesiyle kendi ziyaret tarihi arasında 23.000 yıllık bir zaman dilimi olduğunu öğrenmişti.

Bir başka antik dönem tarihçisi olan Manetho’ya göre : “Mısır’da 13.400 yıl süren tanrıların saltanatı Horus’la sona ermişti, yerini kral Menes’le başlayan insan krallara bırakmıştı. Yine M.Ö. 460 yılında Mısır’ı ziyaret eden Herodot, Mısırlıların Osiris’in zamanıyla kendilerinin yaşadıkları dönem arasında 15.000 yıl geçtiğini ve bu rakamın kesinlikle doğru olduğunu söylediklerini, kral Menes’in Mısır tahtına geçtiği zamanla tanrıların ilk olarak insan suretinde hükmetmeye başladığı zaman arasında 11.340 yıl geçtiğini, kral Menes’e kadar bu ülkede bu tanrı kralların hüküm sürdüğünü, bunların sonuncusunun Osiris’in oğlu olan Horus olduğunu anlattıklarını nakleder.

Araştırmacı Ernest Renan; ”binlerce senelik Mısır uygarlığı hakkında düşünürken, sayısız anıtlarla kendini gösteren o muhteşem sanatı gördüğünüzde ve bir de bu sanatın hiçbir arkaik döneme sahip olmayıp yine de kendinden sonraki hanedanlarınkinden çok daha üstün olduğunu fark ettiğinizde çok şaşırırsınız” demektedir.
Bir başka araştırmacı Henry Rawlinson ise; Mısır’da vahşi bir hayat tarzına veya barbarlığa işaret eden bir erken döneme ait hiçbir belirti olmadığını söyler.

Birçok Mısır bilimcisi Mısırlıların kökeni konusunda muammalarla karşılaşmıştır. Gözlenen bu muammalar, Mısır’a ilk yerleşenlerin kim olduğu ve bu kişilerin Mısır’a hangi yolla yerleştikleri konusundadır. Zamanımızın Mısır kültürü uzmanları genellikle Nubia’da Nil nehri kenarında kurulan imparatorluğun temelini atan, son derece gelişmiş bu uygarlığın Asya’daki bir bölgeden geldiğini kabul ederler. Fakat hiç kimse söz konusu bölgenin o geniş kıtanın neresinde yer aldığını tam olarak açıklayamamıştır. Aynı zamanda Asya ve Afrika dilleriyle akrabalığı olmayan Mısır dilinin kökeni henüz ortaya konamamıştır.

Günümüz Mısır bilimcileri dışında Mısır konusunda çalışmalar yapan araştırmacılardan Augustus Le Plongeon ve J. Churchward’a göre ise; günümüz Mısır bilimcileri birçok konuda oluşturdukları kuram ve sonuçlarıyla Mısır tarihiyle ilgili gerçeklerden hayli sapmışlardır. Bunun nedeni ise ne eskilerin sembolojisini ve sembolik yazılarını, ne de bu yazıların ezoterik anlamlarını anlayamamış olmalarıdır. Örneğin, Mısır tarihine açıklık getiren Troano El Yazması, Cortesianus Kodeksi gibi eski Maya kitaplarını okuyamamışlardır. Ancak bunun için onları suçlamak doğru olmaz; çünkü bu konuda bir ipucu bulunmadığı gibi bu sembolik bu kitaplardaki kadim yazıların öğrenilebileceği bir okul da yoktur. Bu sırlar en azından yüzlerce yıldır sadece bir avuç yaşlı Doğulu bilge tarafından bilinmektedir. Bu yaşlı bilgeler yaşamlarını kendi tapınak ve manastırlarında geçirmişler ve dış dünya ile nadiren temasları olmuştur. Zaman zaman onların aktardıkları bu bilgiler, Mısır bilimcilerinin kuramlarına göre o kadar sıra dışı görünmüştür ki, anlamsız şeyler olarak değerlendirilmişlerdir.

J. Churchward yapmış olduğu araştırmalar sonucu kesinlikle kayıtlara dayanarak Mısır’da ilk yerleşenlerin Mu’nun çocukları olduğunu ve Mısır’a doğrudan Anakara Mu’dan geldiklerini göstermektedir. J.C’a göre, bu bilgiler, etnologların Mısırlıların kökeni konusunda karşılaştıkları gizemi aralayacak ve neden Mısır tarihinin başlangıcından itibaren, Mısırlıların yüksek ölçüde uygarlaşmış, kültürlü bir halk olduklarının gerçeklerini ortaya koyacaktır.

Mısırlıların arkalarında bıraktıkları anıt eserlerde görüldüğü gibi, kendilerinden sonraki nesillerin Mısır’ın en zengin günlerinde ve en görkemli dönemlerinde bile aşamadığı derecede uygarlığın sanatlarına vakıf bu eğitimli insanlar, saf Naga – Maya dili olmasa bile (Anakara Mu’da konuşulan dil) bu dile çok yakın bir dili kullanıyorlardı. Çünkü ibadet ettikleri tanrılarına, kurdukları şehirlere, yaşadıkları yerlere hep bu dilde isimler vermişlerdir. Dahası Mısır’ın ana dilinin modern zamanlara ulaşabilmiş ve hala unutulmamış üçte birlik bölümü, gerek Mısır’da gerekse Mu topraklarında ve Mu’nun kolonilerinden olan Mayaların topraklarında tamamen aynı işaretlerle yazılmıştı.
O halde Nil kenarındaki ilk yerleşim bölgelerine Maia veya Maiu adını vermelerinin ardında atalarının yurtlarının anısına bağlılıklarının yattığı muhakkaktır. Bu dilde görülen benzerlik aynı zamanda ölüler için kullandıkları mimari tarzda da kendini göstermektedir. Mısırlıların kökenini oluşturan bu kişiler Nil vadisine ilk göçlerini büyük bir afet sonucu Mu ülkesi topraklarının batmasından ve tamamen yok olmasından önce gerçekleştirmişlerdir.

Mısır; iki ayrı ve uzak kısımdan başlayarak, iki ayrı grup halk tarafından kolonileştirilmeye başlandı. İlk grup, batıdan Aşağı Mısır’a geldi. Batıdan gelen ilk koloniciler ilk yerleşimlerini Nil Deltasındaki Sais’te kurdular. Ve eskilerce Nil kolonisi olarak biliniyorlardı. Ayrıca Anakara’dan ayrılan koloniler içinde tarihlendirilebilen ilk koloni bu Mısır kolonisi olmuştur. Bunlar 16.000 yıl önceye tarihlendirilmiş ve “Maya Kolonisi “olarak adlandırılmışlar.

İkinci grup ise doğudan Yukarı Mısır’a ulaşmıştı. Doğudan gelen koloniciler ise Guardefui Burnu’ndan Kızıldenizin başucuna dek, Afrika’nın Doğu kıyısında yerleşimler oluşturdular. Bu koloni grubu kıyıdan Nil’e ulaşana dek geriye doğru ilerlediler. Ve bu noktadan başlayarak hem yukarı hem de aşağı doğru yayılmaya başladılar. Sonunda, Nil bölgesinde, Aşağı Mısırlılarla Yukarı Mısırlılar karşılaştılar, ve böylece dünya çevresinde yeni bir insan zinciri tamamlanmış oldu. Sais’te ilk yerleşimin meydana çıkmasından on bin yıl kadar sonra, Yukarı Mısır halkıyla Aşağı Mısır halkı arasında savaş çıktı ve Aşağı Mısırlıların yenilmesiyle sonuçlandı. Böylece iki halk birbirine karıştı ve sonra da bir imparatorluk oluşturdular.

YUKARI MISIR

Mu’nun batı bölgelerinden çıkan ve Nagalar olarak adlandırılan bir grup önce Hindistan’a oradan da kuzeydoğu Afrika’ya geçerek Yukarı Mısır bölgesinde yer alan Nübye’dekiMaiu’da yerleşimler kurarak bugünkü Mısırlıların atalarını oluşturdular. Hem Hint, Hem de Mısır kaynakları, Yukarı Mısır’daki Nübye’de yer alan Maiu’daki yerleşimlerden söz etmektedir. Maiu bugünkü Suakin kentinin yakınlarında, Kızıldeniz kıyısındadır. Bu kolonileşme 15.000 yıl önce bu çevrede bir yerlerde oluşturulmuştu. O dönemde ülke düzlüklerden ibaretti, çünkü o güne değin Afrika dağları henüz oluşmuş değildi.

Yukarı Mısırlıların kökeni, Tanrı sembolleri olan Güneş vasıtasıyla kolayca saptanabilmekteydi ve bu hem Hint hem de Mısır’daki yazılı kaynakların teyit ettiği bir bilgidir. Mısır’ın ünlü kanatlı güneş diski çifte yılanlarıyla birlikte, Aşağı Mısır’a, Yukarı Mısır tarafından tanıtılmıştır. Mısır’ın kanatlı çemberi tüm kadim ülkelerde bulunan ve yılana yer veren bu sembolün çok sayıda tasarımından yalnızca bir tanesidir. Bu bir rastlantı olmadığı gibi sanatsal kaygılarla da eklenmiş değildir. Yaratıcının önünde eğilmeyi temsil eder ve çok daha eski dönemlerde, Anakara’da, Yaratıcı Tanrı’yı simgelemek üzere Naga yani Yılan sembolünün kullanıldığını da hafızalara kazır.

Bu tasarımda, Güneş esas sembole dönüştürülmüş ve tasarımın merkezi çizimi haline gelmiştir. Güneş, ilahilikle ilgili en kutsal sembolleri haline gelmekle birlikte, Yaratıcı’yı gösteren yılan hemen bunun ardından gelir. Bu iki sembol dışında, vasıfları simgeleyen ikincil semboller dışında Tanrı için başkaca bir sembol kullanılmaz. Kralın tacı dahi Yaratıcı’nın sembolü olmak üzere bir yılan süslemesi taşımaktadır. Güneş taç üzerinde kullanılmaz çünkü Güneş; Sonsuzu, Kadir-i Mutlak’ı anlatırdı ve kullanılması bir hürmetsizlik olarak düşünülüyordu. Bu halklar Hindistan’dan gelmişler ve onlara Hindistan’ı hatırlatan şeyleri de korumuşlardır. Hindistan’ın Mısır’daki yansımaları işte bu şekilde olmuştur.
Birçok antik yazarların kayıtlarında ilk Mısırlıları Hindistan’dan gelmiş Maya kolonicileri olarak açıklarlar tabii ki Hindistan’a da Anakara Mu‘dan gelmişlerdi. Hintli tarihçi Valmiki “Ramayana” adlı kitabında “Naakaller; yani Mu’nun bilge kişileri önce Hindistan, Dekkan’da yerleştiler, sonra da dinlerini ve ilimlerini Babil ve Mısır kolonilerine aktardılar” demektedir. Valmiki’nin aktarmış olduğu bu bilgiye Hindistan’daki pekçok tapınak kayıtlarında da rastlamak mümkündür. Hindu tapınak kayıtları, Mısır kolonisinin Fırat Vadisinden değil Hindistan’dan gelenler tarafından kurulduğunu açıkça söylemektedir.

Bazı günümüz Mısır araştırmacıları ilk Mısırlıların Fırat Vadisinden yola çıkıp Asur çölünü geçtikleri ve Aşağı Mısır’a girdikleri, buradan da Beyaz ve Mavi Nil’e ulaştıkları, sonra da iki kola ayrılarak iki ayrı imparatorluk oluşturdukları şeklinde bir bilgiyle meseleyi kapatmaya çalışmışlar, ancak bu bilgileri destekleyecek herhangi bir kayıt ya da efsane gösterememişlerdir.

AŞAĞI MISIR

Aşağı Mısır kolonisiyle ilgili kayıtlarda, onların ilk isimlerinin Nil kolonisi olduğunu ve Nil Deltası’ndaki Sais’te Atlantis Mayaları tarafından kurulduklarını görüyoruz. Aşağı Mısır’a yerleşenler, anavatandan Mısır’a yaklaşık 16.000 yıl önce Thoth’un önderliğinde Atlantis’ten gelmişlerdi.

Araştırmacı Schliemann’ın Girit’te bulduğu bir tablette şöyle denilmekteydi: “Mısırlılar Misar’ın soyundan gelmektedir. Misar tarih Tanrısı Toth’un çocuğuydu Thoth ise bir Atlantis rahibinin göçmen oğluydu. İlk tapınağını Sais’te kurdu ve orada Anavatanının bilgeliğini ve ilimlerini öğretmeye başladı.” Mısırlıların atalarını Mu’dan ve Atlantis’ten gelen koloni gruplarının oluşturdukları gösteren pek çok yazılı belge de bulunmaktadır.

Günümüz bilim adamlarından çoğunun varlığını yadsıdığı Atlantis kıtasına dikkatleri çeken Yunanlı düşünür Eflatun; şöyle söyler: “O günlerde okyanusta gemi yolculukları yapılıyordu; sizin Cebelitarık Boğazı dediğiniz geçitin önünde bir ada; bu ada Anadolu ve Libya’nın toplamından daha büyüktü ve diğer adalara gitme yoluydu ve bu adadan geçerek esas okyanusu çevreleyen karşıdaki kıtayı katedebilirdiniz, çünkü Cebeli Tarık Boğazının etrafındaki deniz, yalnızca bir limandır, dar bir geçittir, fakat diğeri gerçek denizdir ve onu çevreleyen topraklar da kıta olarak anılmayı fazlasıyla hak eder.”

İkinci Hanedan, Firavun Sent dönemi Mısır Papirüsünde şöyle belirtilmekteydi: “Firavun Sent, Atlantisin izlerini araştırmak üzere batıya bir araştırma ekibi gönderdi; Mısırlılar 3350 yıl önce beraberlerinde ana vatanlarının tüm bilgeliği ile birlikte oradan gelmişlerdi.”
Troano El Yazmasındaki kayıtlarda ise “ Erkek kardeşi Aak’ın öfkesinden kaçan Maya kraliçesi Moo ve yanındaki halkı yönünü batıya çevirdi ve dilleri tarzları, adetleri, dinsel kavramları, sanatları ve bilimleriyle birlikte gelerek ve önceden beri oraya yerleşmiş olan melez halkla karışarak bu topraklarda kök saldılar, büyük Mısır Uygarlığına ve asırlarca tüm dünyada ün salan güçlü Mısır İmparatorluğuna vücut verdiler.

Diodorus, Tarih adlı eserinde “Mısırlılar, atalarının çok eski zamanlarda Nil kıyılarına yerleşmiş yabancılar olduğunu öne sürmekteydiler. Anavatanlarının uygarlığını, yazı sanatını ve incelmiş bir dili beraberinde getirmiş olan bilge kişilerdi. Batan güneş yönünden yani batıdan gelmişlerdi ve en eski insanlardı.” diye yazmıştır.

EDGAR GAYCE’NİN OKUMALARI

Amerikalı uyuyan kahin olarak bilinen Edgar Cayce’nin okumalarında Mısırlıların atalarının bir kısmını Atlantisten gelen grupların oluşturduğuna dair pekçok bilgi bulunmaktadır. Bu okumalardan bazıları şunlardır:

“Mısır’a gelen Atlantlılar arasında varlık, Güzellik Tapınağı için, Atlantis’tekiPosedia tapınaklarındaki harikaları nakletti.”
“Varlık Atlant toprağındaki gruplar; çeşitli amaçlarla değişik ülkelere yollalndıkları zamanda, Mısır’a gelenler arasındaydı. Kurban tapınağının yapımından sonra varlık, cerrahlıkta veya Kurban tapınağındaki etkinliklerde müsekkin olarak yararlalnılan ilaçları tamamlayan telkinler olarak kullanılmış olan Atlantis inanç ve hakikatlerinden faydalanılması için çalıştı.
“Mısır’da Atlantis’ten kaçıp sığınanlar zamanında oluşan bu huzursuzluklar dönemi süresince profesör olan varlık, Kurban Tapınağında, özel maksatlarla, ziraatiçileri, zanaatkarlarıv.s. oluşturmak için arınmış gruplar düzenliyordu.”
“Varlık son tahripten önce Atlantis halkını Mısır’a götürmüştü ve binaları ve tapınakları değerli taşlarla süslemek için çalışmıştı.”
“Atlantisten Mısır’a seyahat edenler arasında bulunan varlık çok gençti, taşların yontulması için mekanik metotların uygulama ve gelişimine yardım etmişti.”
“Ülkenin yıkılışından önceki anlaşmazlıklar döneminde Atlantis’te bulunan varlık, Mısır’a giden grupları izlemeyi tercih etti. Bir kimyagerdi ve Nil topraklarının daha verimli hale getirilmesinde pay sahibi oldu.”

Tüm bu kaynaklar ve diğer belgeler şunu gösteriyor ki; ilk Mısırlılar Mu Uygarlığı kolonicilerinden olan Mayalardı. Aşağı Mısır’a ilk yerleşenler Atlantisten gelmişlerdi. Yukarı Mısır’daki ilk yerleşimciler ise Hindistan’dan geliyorlardı. Daha sonra her iki koloninin nüfusu da Hindistan ve Mayax kanalıyla gelen yerleşimciler tarafından arttırıldı. Anakara Mu Mısır’da Batının ülkeleri ya da Kuiükesi olarak da adlandırılıyordu. Mısır bir zamanlar bir Mu kolonisiydi ve Mu battıktan sonra bir imparatorluk haline geldi. Tüm otoriteler Mısır tarihinde ne kadar gerilere gidersek gidelim, uygarlığa zemin oluşturan kaba saba, uygarlığın olmadığı bir dönemin bulunmadığında birleşirler. Bu gerçeğin en akla yakın sonucu ise; Mısıra ilk yerleşenlerin yüksek uygarlık seviyesinde bir insan grubu olmasıydı.

MISIR’DA KÜLTÜREL YAPI, DİN VE KOZMOGONİ

Her iki koloni gruplarının (Mayalar ve Atlantisliler) bilimsel birikim ve becerileri yavaş yavaş yerli halk tarafından benimsendi ve zaman içinde hepsi Mısır’a özgü sayıldılar. Maya ve Mısır dilindeki aynı anlama gelen çok sayıda kelime ve kelime kökünün mevcudiyeti, bunları konuşan kişilerin iç içe yaşadıklarını ve Maya ve Mısırlıların uzak batıdaki Atlantik Okyanusunun ardındaki topraklarda kök salmış aynı soy ağacına ait olduklarını kanıtlamaktadır. Kendileri de bu gerçeği iyi biliyorlardı ve bunu, konuyla ilgili olarak sorgulandıkları zaman, atalarının geldiği yön olan batan güneşe doğru işaret etmekle ifade ediyorlardı.

Mısır dilinin doğal olarak bu ilk yerleşik halkın sözcükleri ve sonradan gelen kolonicilerin konuştuğu dilin karışımının sonucunda ortaya çıktığı düşünülmektedir. Kolonicilerin dilinin Maya dili veya onun bir diyalekti olduğu yönündeki veriler ve kaşiflerin daha uygar kolonicilerin daha az kültürlü komşuları üzerinde daha etkin oldukları şeklindeki bulguları, yazıt ve papirüslerdeki haliyle Mısır dilinin bir bölümünün doğal bir icap olarak çok sayıda Maya sözcüğünden oluştuğu varsayımıyla son derece tutarlıdır. Mısır tarihi araştırmacılarından Le Plengeon yapmış olduğu araştırmalar sonucu; eski Mısır diline ait 700 kelimenin iki yüz tanesinin her iki dilde de aynı anlama gelen Maya sözcükleri olduğunu kanıtlamıştır. Bunların dışında her iki dilde de aynı kökten gelen fakat farklı son eklere ve ayrı anlamlara sahip sayısız sözcük vardır.

Maya mimarisi ve dilinden izler bulduğumuz herhangi bir yerde, geleneklerinin, kozmik kavramlarının ve dinsel vizyonları da karşımıza çıkmaktadır. Kozmogoninin tüm halklarda dinin temeli olduğu bilinir. Kadim Maya ve kadim Mısır kozmogonilerinin hemen hemen aynı oluşunu, gayet doğal olarak dinsel fikir ve tasarımları da benzemektedir, çünkü eserlerinde hep bunları somutlaştırmışlardır.

Bu noktada ilk Mısırlıların dini ve her ulusta olduğu gibi onlarda da dinin temelini oluşturan kozmogonik kavramları hakkında, papirüs ve yazıtların ifşa ettiği kadarıyla çok az bilgi bulunmaktadır.

Mısır Uygarlığının yüksek bir düzeye ulaştığı zamandaki durumu bilinmektedir ancak çocukluk ve büyüme dönemine ait çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Eğer eğitimli okutmanların elinde tahsil görmek için Mısır’a gidip Sırların İnisiyasyonuna kabul edilen Grek filozofları da olmasaydı, bugün Mısır rahiplerinin öğrettiği kozmogoni hakkında hiçbir şey bilmiyor olacaktık. Kadim Hermetik kitaplara göre Mısır kozmogoni öğretilerinden söz eden Iamblichus şöyle anlatır: “ Temel varlıkların öncesinde ve bütünsel ilkelerden önce tek Tanrı gelir, ilk Tanrı ve Kralın evvelidir, birliğinin yeganeliğinde sabit kalandır; O’nunla ne kavranılabilen karışmıştır, ne de başka bir şey … O ilktir, tüm şeylerin pınarı ve tüm birincil kavranılabilen varlık formlarının köküdür ve her şey kendi kendine hüküm süren bu tek Tanrı’nın ışımasıyla ortaya çıkmıştır; o durumda o kendisinin babasıdır ve kendi kendine hüküm sürendir çünkü O, ilk ilke’dir, tanrıların Tanrısıdır.” Ve yine, “Tüm varlıkların övüncü ve zirvesi Tanrı’dır ve Yaradan’dır ve ilahi Tabiat’tır. Var olan herşeyin ilkesi Tanrı’dır ve akıldır ve tabiattır ve maddedir ve enerjidir ve kaderdir ve nihayettir ve yenilenmedir. Bunlar derinlikte sınırsızca karanlıktı ve su ve zihinsel kuvvet sahibi süptil bir ruh kaosta mevcuttu. Fakat ilahi ışık karanlığı parçaladı ve su gibi bir cevherden unsurlar parçalar meydana getirildi.”

Öyle görünmektedir ki, tam bir gizlilik perdesi altında tutulan Sırlara inisiye olanlara aktarılan İlk Sebep’e ait metafizik düşünceler bu yöndeydi. Evren’in yaratılışıyla ilgili prensiplere merak duyan kişilere iletilen fikirlerden oldukça farklıydı. Damascius’un verdiği bilgilere göre, Mısırlılar varlıkların İlk Sebep’ine ait hiçbir şey ileri sürmüyorlar, yalnız onu tüm akli kavrayışın üstünde üç kere bilinmeyen karanlık olarak selamlıyorlardı. Mısırlıların Yaratıcıya verdiği çeşitli isimler bile, Mısır’da da Maya ülkesindekilerle aynı anlama gelen Maya sözcüklerdir.
Tüm bu bilgilerden de anlıyoruz ki; denizci olan Mayalar (Mu’dan göç edip kendilerine Mayalar adını veren koloniciler) gemileriyle çok uzak çağlarda, tüm denizlerde yelken açmışlar, birçok ülkede koloniler kurmuşlar, o yerlerin sakinlerini kozmogonik kavramlarıyla, dinsel ufuklarıyla, mimari ve dilleriyle, sanat ve bilimleriyle ve ilerlemiş medeniyetlerinin tüm diğer tabii sonuçlarıyla tanıştırmışlardı.

Tüm Ortadoğu bölgesi, başlıca odakları Mısır olmuş olan Atlantislilerin ve Mayaların aktardıkları yüksek öğretileri almıştı. Yapılan araştırmalar Mısırlıların aritmetik ile binlerce yıl önce de haşır neşir olduğunu, kök karelerin hesaplanmasının, üçgenlerin geometrisinin, Fisagoruntriple teorisinin, trigonometri ve altmışlı gelişen sayılar teorisinin, üstelik de cebire başvurmaksızın bilindiğini söylemektedir.

Eski Mısırlılar matematiğin sırlarını iyi biliyorlardı. Fisagor onların tapınaklarında 22 yıl eğitim görmüştü. On rakamı Fisagorcuların en büyük biat yeminiydi. Fisagor sayılar bilgisini ve mistik anlamlarını Mısırlılardan almıştı. Piramitler, tevrattada sözü geçen büyük tufandan önce, Atlantis’ten gelmiş olan inisiyeler tarafından inşa edilmişlerdi. Bir taban üzerine oturan 4 üçgenden yapılmışlardı ve taban bir dörtgendi . 4 unsurla, yani hava, su, toprak ve ateş ile bağlantı halindedir; maddi dengeyi temsil eder. Kabalanın en önemli kitabı olan Zohar şöyle der: “İnsan ilahi tarafını bulmadan önce 4 kabuğunu da kırmak zorundadır. “ İnsan, birliği yeniden bulmadan önce içindeki baskıları ve çelişkileri ahenkli bir hale getirmek zorunda kalacaktır.
Pek çok yazılı belgeden anlaşılmaktadır ki Mısırlılar ;matematik, geometri mühendislik bilimleri ,astronomi,kimya ve tıp bilmi gibi pek çok önemli alanda günümüz ilimlerinden bile ilerideydi ve bu alandaki gelişmelerini bazı tarihçilerin açıklamaya çalıştığı gibi pratik ihtiyaçların karşılanması zorunluluğundan doğmuş olması pek akla mantıklı gelmiyor çünkü tüm bu saydığımız konulardaki bilgileri günlük pratik ihtiyaçların karşılanmasını fazlasıyla aşan bilgiler tarzındaydı.

Eski Mısır’ın uzun ve görkemli dönemi, inisiye firavunlar hanedanları boyunca sürdü. Bunlar beş hanedandı ve bunun ardından da gerileme başladı. Bundan sonra gelen firavunlar, atalarının yüksek bilgeliğine ve ilmine ulaşamadılar ve bu yüzden koruyucu Tanrılar da Mısır halklarından uzaklaştılar.

Mısırlılar tıpkı ataları Mayalar’ın yaptıkları gibi, arkalarında bu dünyadan geçtiklerine dair muhteşem ve övgüye değer anıtlar bırakmışlardır. Hindistan, Hindi-Çin, Mısır ve Yukatan’daki harikulade mimarlık eserlerinin harabeleri bugün seyyahların hayranlıkla dolaştıkları yerlerin başında gelir. Tüm bunları anavatan Mu’nun tüm ilim ve bilgeliğinin göçler yoluyla bu bölgelere aktarılmasıyla açıklayabiliriz. Ancak J.C’ın yapmış olduğu araştırmalar sonucu Mu ve Atlantis kıtalarının batmasından sonra başta Mısır ve Hindistan olmak üzere diğer tüm uygarlıklar bir duraklama dönemine girmiştir.

Yararlanılan Kaynaklar:
– Mısırlıların Kökeni
– Batık Kıta Mu’nun Çocukları
– Tufan Öncesi Atlantis
– Ruh ve Madde Dergileri