Holotropik Şuur

Olağandışı Şuur Hallerinin İyileştirici ve Höristik Potansiyeli

Derleyen Nusret Sefa Yılmaz

Bu makale olağandışı şuur halleri konusundaki kırk yılı aşkın bir süreyi bulan araştırmalarımla ilgili deneyim ve gözlemlerimi özetlemektedir. Asıl ilgim bu durumların höristik yönleri, yani insan psişesi ve şuurun doğasıyla ilgili anlayışımıza ne katabilecekleri üzerine odaklanmaktır. Asıl eğitimimi klinik psikiyatrist olarak aldığım için, bu deneyimlerin iyileştirici, dönüştürücü ve evrimsel potansiyeline de özel bir dikkat göstereceğim. Bu amaç doğrultusunda bakıldığında, olağandışı şuur halleri terimi çok geniş ve genel bir terimdir. Höristik ya da terapötik bir bakış açısından çok az ilgisi olan ya da hemen hemen hiç ilgisi olmayan geniş bir alan içermektedir.

Şuur çeşitli patolojik süreçlerden -beyin travmaları, kimyasal maddelerin yol açtığı zehirlenmeler, enfeksiyonlar ya da beyindeki dejeneratif ve dolaşımla ilgili süreçler- büyük ölçüde etkilenebilir ve değişiklik gösterebilir. Bu tür koşullar elbette “olağandışı şuur halleri” kategorisine girmelerini sağlayabilecek büyük zihinsel değişimlerle sonuçlanabilir. Bununla birlikte, bu tür bozulmalar, klinik açıdan oldukça önemli olsa da bizim tartışmamızla ilgili olmayan “trivial deliryumlar” ya da “organik psikozlar”a yol açabilir. Bu tür durumlardan yakınan kişiler genellikle oryantasyon bozukluğu gösterirler; kim olduklarını ve nerede bulunduklarını, günün tarihinin ne olduğunu bilmezler. Ayrıca, bu kişilerin zihinsel işlevleri de önemli biçimde bozuktur ve genellikle yaşadıkları şeyleri sonradan anımsayamazlar.

Bu makalede, olağandışı şuur hallerinin, diğerlerinden dikkate değer biçimde farklılaşan ve sağlıkla hastalık açısından insan psişesi hakkında paha biçilmez bir yeni bilgi kaynağı sağlayan büyük ve önemli bir alt grubu üzerinde odaklanacağım. Bunlar, aynı zamanda oldukça önemli terapötik ve dönüştürücü bir potansiyele sahiptir. Yıllar içinde, günlük klinik gözlemler beni bu deneyimlerin olağanüstü bir yapıda olduğuna ve psikiyatri kuramı ve uygulaması açısından oldukça etkili imalara sahip olduğuna ikna etti. Çağdaş psikiyatrinin bunların belirli özelliklerinin farkına varmamasına ve bunlar için özel bir ad vermemesine inanmak bana güç geliyor.

Bunların geri kalanından ayrılıp özel bir kategoriye konulmayı hak ettiklerini kesin bir biçimde hissettiğimden, bu tip deneyimleri nitelendirmek için holotropik sözcüğünü türettim (Grof 1992). Bu bileşik sözcük tam olarak “bütünlüğe yönlenmiş” ya da “bütünlük yönünde giden” (Yunanca holos = bütün ve trepein = bir şeye doğru ya da bir şey yönünde hareket etmek) anlamına gelmektedir. Bu terimin tam anlamı ve kullanımıyla ilgili gerekçeler bu kitabın ilerleyen sayfalarında açığa çıkacaktır. Günlük şuur hallerimizde gerçekte olduğumuzun ancak küçük bir parçasıyla özdeşleşiriz. Holotropik durumlarda ise beden egosunun dar sınırlarını aşabilir, tam kimliğimizi kullanılabilir bir hale getirebiliriz.

Holotropik Şuur Halleri (Bütünlüğe yönlenmiş ya da bütünlüğe giden anlamına gelir. Yunanca holos bütün ve trepein bir şey yönünde ilerlemek sözcüklerinden türetilmiştir) 
Holotropik durumlarda, şuur niteliksel olarak oldukça derin ve temel bir biçimde değişime uğrar, ama nedenlerin organik olduğu koşullardaki kadar büyük ölçülerde bozulmaz. Uzay ve zaman açısından genellikle oryantasyonumuz tam olarak aynı kalır ve günlük gerçeklikle bağımızı tümüyle yitirmeyiz. Aynı zamanda, şuur alanımıza başka varoluş boyutlarından gelen içerikler girebilir; bu oldukça yoğun, hatta karşı konulamaz bir biçimde meydana gelebilir. Bu yüzden aynı anda oldukça farklı iki gerçekliği yaşarız, “iki ayağımız da farklı bir dünyadadır.”

Holotropik durumlar tüm duyusal alanlardaki keskin algısal değişimlerle karakterize edilir. Gözlerimizi kapattığımızda, görsel alanımız kendi özel geçmişimizden ve gerek bireysel gerek kolektif şuur dışından gelen imgelerle dolabilir. Hayvanlar alemi ya da bitkisel alemler, genel anlamda doğa ya da kozmosun çeşitli yönlerini betimleyen vizyon ve deneyimlerimiz olabilir. Deneyimlerimiz bizi arşetipik varlıklar ve mitolojik bölgelere çekebilir. Gözlerimizi açtığımızda, çevre algımız bu şuur dışı materyalin kuvvetli yansımaları tarafından aldatıcı bir biçimde değişikliklere uğratılabilir. Buna, diğer duyuları da işe katan geniş bir deneyim aralığı eşlik edebilir: çeşitli sesler, fiziksel duyumlar, kokular ve tatlar.

Holotropik durumlarla ilişkili duygular, genellikle hem doğası hem de yoğunluğu açısından günlük deneyimlerimizin sınırlarının oldukça ötesine geçen çok geniş bir yelpazeyi kapsar. Vecd haliyle karışık yüksek bir sevinç ya da çok güzel, eksiksiz bir mutluluk ve “tüm anlayışların ötesine geçen bir huzur” gibi duygularla sınırsız bir dehşet, ölüm saçan bir öfke, mutlak bir ümitsizlik, insanı yiyip bitiren bir suçluluk ve hayal bile edilemeyen başka türlerdeki duygusal acı biçimleri gibi haller arasında değişir. Bu duygusal durumların uçta olan biçimleri, dünyanın büyük dinlerinin kutsal metinlerinde anlatılan cennetsel ya da göksel alemlerin ve cehennemlerin tanımlarına uyar. Holotropik durumların özellikle ilgi çekici bir yönü bunların düşünce süreçleri üzerindeki etkisidir. Zihin bozulmamıştır, ama günlük işleyiş tarzından dikkate değer biçimde farklı bir şekilde çalışır. Olağan pratik konulardaki yargımıza güvenemeyebiliriz, ama bu tip deneyimlerde çeşitli konularda oldukça önemli bilgilerle gerçekten dolup taşabiliriz. Kişisel geçmişimiz, şuur dışı dinamikler, duygusal güçlükler ve kişiler arası sorunlarla ilgili derin psikolojik içgörülere ulaşabiliriz. Ayrıca doğanın ve evrenin, gerek eğitimsel gerek zihinsel temelimizi büyük ölçüde aşan çeşitli yönleriyle ilgili olağanüstü keşifler de yaşayabiliriz. Bununla birlikte holotropik hallerde elde edilen içgörüler içerisinde en ilginç olanları felsefi, metafizik ve spiritüel konular etrafında döner. Psikolojik doğum ve ölüm dizisini ve diğer insanlar, doğa, evren ve Tanrı ile birleşme duyguları gibi geniş bir transpersonel olgu yelpazesini yaşayabiliriz. Başka enkarnasyonlardan anılar gibi görünen şeyler açığa çıkarabilir, güçlü arşetipik figürlerle karşılaşabilir ve pek çok mitolojik gerçekliği yaşayabiliriz. Bu tür holotropik deneyimler kozmosun ve varoluşun spiritüel doğasını betimleyen kozmolojik, mitolojik, felsefi ve dini sistemlerin ana kaynaklarıdır. Şamanizm ve aborijinal kabilelerin kutsal törenlerinden dünyanın büyük dinlerine kadar insanlığın ritüel ve spiritüel yaşamını anlamanın anahtarıdır.

Holotropik Şuur Halleri ve İnsan Tarihi

Holotropik şuur hallerinin insanlık tarihinde oynamış olduğu rolü incelediğimizde, karşımıza çıkan en şaşırtıcı bulgu Batılı modern sanayi toplumunun bu şuur hallerine yönelik tutumuyla tüm antik ve endüstri öncesi kültürlerin tutumları arasındaki dikkat çekici farktır. Çağdaş insanlıkla keskin bir karşıtlık içinde, tüm yerli kültürler holotropik durumlara büyük bir saygıyla yaklaşmış ve bunları meydana getirecek güvenli ve etkili yollar geliştirmek için daha çok zaman ve çaba harcamışlardır. Bu kültürler, söz konusu şuur hallerini hem kendi ritüel ve spiritüel yaşamlarında başlıca bir araç olarak hem de başka birkaç önemli amaç için kullanmışlardır.

Kutsal törenler bağlamında, yerliler tarafından aracılık edilen olağandışı durumlar, gerçekliğin arşetipik boyutlarıyla deneysel bir ilişkiye yönelir. Bunlar, tanrısal varlıklar, mitolojik alemler ve doğanın gizemli güçleridir. Bu durumların çok önemli bir rol oynadıkları bir başka alansa çeşitli bozuklukların tanı ve iyileştirilmesi olmuştur. Aborijinal kültürler çoğu kez doğayla ilgili ilaçlar hakkında etkileyici bir bilgiye sahip olmalarına karşın, asıl vurguyu metafizik şifa üzerine yapmışlardır. Bu genellikle, hem hasta için hem şifacı için ya da aynı zamanda her ikisi için, holotropik şuur hallerinin başlatılmasını içerir. Birçok durumda, büyük bir grup hatta bütün bir kabile hep birlikte şifa transına girerler; bunun örneğini Afrika Kalahari Çölü’nde bulunan !Kung Buşmanlarında bugün bile görmek mümkündür.

Holotropik durumlar, kayıp kişi ya da nesneleri bulmak, uzak yerlerdeki kişiler hakkında bilgi edinmek ve avın hareketlerini izlemek gibi çeşitli pratik amaçlar için sezgi ve duyular dışı algılama (DDA) yeteneklerini geliştirmek için de kullanılmıştır. Ayrıca, ritüel, resim, heykel ve şarkılar için fikirler sağlayarak bir sanatsal ilham kaynağı görevi de görmüşlerdir. Bu durumlarda karşılaşılan deneyimlerin endüstri öncesi topluluklar ve insanlığın spiritüel tarihi üzerindeki etkisi çok büyük olmuştur.

Ritüel ve spiritüel amaçlar için holotropik halleri meydana getirebilecek çeşitli zihin değiştirici prosedürlerin, diğer bir deyişle “kutsal teknikler”in geliştirilmesi için harcanan büyük zaman ve enerji holotropik hallerin eski ve aborijinal kültürler için ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Bu yöntemler davul çalma ve diğer perküsyon türleri, müzik, şarkı, ritmik dans etme, solunumun değiştirilmesi ve özel farkındalık biçimlerinin geliştirilmesini çeşitli biçimlerde bir araya getirir. Bir mağarada, çölde, buzulda ya da yüksek dağlarda kalmak gibi uzun süreli sosyal ve duyusal yalıtım da holotropik durumların başlatılmasının araçları olarak önemli bir rol oynarlar. Bu amaca yönelik olarak kullanılan uç noktalardaki fizyolojik aracılar oruç tutma, uykudan yoksun kalma, susuz kalma, hatta vücuttan büyük miktarda kan alma, güçlü laksatifler ve pürgatifler ve şiddetli ağrı, acı vermeleri içerir.

Holotropik durumların başlatılması açısından özellikle etkili bir teknoloji psikodelik bitki ve maddelerin ritüel kullanımı olmuştur. Antik Pers Zerdüştilerinin kutsal kitaplarında (Zend Avesta) haoma, Hindistan’da soma olarak geçen efsanevi kutsal iksir Hint-İran kabilelerince birkaç bin yıl önce kullanılmış, büyük olasılıkla da Vedik din ve felsefesinin en önemli kaynağı olmuştur. Değişik kenevir türlerinden yapılan preparatlar, çeşitli adlar altında (haşiş, charas, bhang, ganja, kif, marihuana) Doğu ülkeleri, Afrika ve Karayip bölgesinde gerek eğlence ve keyif için gerekse dinsel seremonilerde yakılıp içilerek ya da çiğneyip yutma yoluyla alınmıştır. Bunlar, Brahmanlar, belirli Sufi tarikatları, kadim Skythian’lar ve Jamaika Rastafarianları gibi farklı gruplar için önemli bir kutsal ayini temsil etmişlerdir.

Antik ve Aborijinal Holotropik Halleri Başlatma Teknikleri

Doğrudan ya da dolaylı olarak solunumla çalışma (pranayama, yogik bastrika, Budist “ateş soluğu”, Sufi solunumu, Bali ketjak, Inuit Eskimo gırtlak müziği, vb.) Ses teknolojileri (davul çalma, çıngırak, değnek, zil ve gonkların kullanımı, müzik, şarkı söyleme, mantralar, didgeridoo, boğa kükreten)
Dans etme ve diğer hareket biçimleri (sema, lama dansları, Kalahari Buşman trans dansı, hatha yoga, tai chi, chigong, vb.)Sosyal yalıtım ve duyusal yoksunluk (çölde, mağaralarda, dağ zirvelerinde, karla örtülü alanlarda kalma, vizyon araştırması.)
Aşırı duyusal yükleme (aborijinal ritüeller sırasında akustik, görsel ve proprioseptif uyaranların bir bileşimi, aşırı acı, vb.)
Fizyolojik araçlar (oruç tutma, uykudan yoksun kalma, pürgatifler, laksatifler, kan alma [Maya’lar], acı verici fiziksel prosedürler [Lakota Siyuları güneş dansı, bedenin çeşitli yerlerinin kesilmesi, dişlerin eğelenmesi])
Meditasyon, dua ve diğer spiritüel uygulamalar (çeşitli yoga teknikleri, Tantra, Soto ve Rinzai Zen uygulaması, Tibet Dzogchen’i, Hıristiyan hesiastizmi (İsa duası), Loyola’lı Ignatius egzersizleri) Psikodelik hayvan ve bitki materyalleri (haşiş, peyote, teonanacatl, ololiuqui, ayahuasca, eboga, Hawai woodrose, Suriye sedefotu, Bufo alvarius karakurbağasının derisinden alınan salgı, Pasifik balığı Kyphosus fuscus, vb.)

Çeşitli psikodelik materyallerin törensel kullanımının Orta Amerika’da da uzun bir geçmişi vardır. Zihinsel durumu değiştiren oldukça etkili bitkiler birkaç Kolomb-öncesi Yerli kültürde -Aztekler, Mayanlar ve Toltekler arasında- iyi biliniyordu. Bunların içinde en ünlüleri Meksika kaktüsü peyote (Lophophora williamsii), kutsal mantar teonanacatl (Psilocybe mexicana) ve ololiuqui, çeşitli kahkahaçiçeği bitkisi türlerinin (Ipomoea violacea ve Turbina corymbosa) tohumlarıdır. Bu materyaller hem Huichol, Mazatec, Chichimeca, Cora ve diğer Meksika Yerli kabileleri hem de Yerli Amerikan kilisesince günümüze kadar dinsel amaçlar ve işlemler için kullanılmıştır.
Ünlü Güney Amerika yajé ya da ayahuasca’sı başka bitki katkılarıyla birlikte orman sarmaşığından (Banisteriopsis caapi) kaynatılarak elde edilen bir özdür.

Amazon bölgesi ve Karayip adalarında da çeşitli psikodelik enfiyeler kullanıldığı bilinmektedir. Afrika’daki aborijinal kabileler eboga çalısının (Tabernanthe iboga) kabuğundan hazırlanan preparatları çiğneyip yutma ya da soluma yoluyla almışlardır. Bunları az miktarlarda uyarıcı olarak, daha büyük dozajlarda ise kadınlar ve erkekler için inisiyasyon ritüelleri için kullanmışlardır. Hayvan kökenli psikodelik bileşikler belirli karakurbağalarının (Bufo alvarius) derilerinden alınan salgıları ve Pasifik balığı Kyphosus fuscus’un etini içerir. Yukarıdaki liste dünyanın değişik ülkelerinin ritüel ve spiritüel hayatında yüzyıllar boyunca kullanılmış olan psikodelik materyallerin yalnızca küçük bir bölümünü göstermektedir.

Holotropik durumları meydana getirme uygulaması, insanlık tarihinin başlangıçlarına kadar izlenebilir. Bu, insanlığın en eski spiritüel sistemi ve şifa sanatı olan şamanizmin en önemli karakteristik özelliğidir. Birçok şamanın şamanlık yaşamı kendiliğinden meydana gelen psikospiritüel bir krizle (“şaman hastalığı”) başlar. Bu kriz, şaman adayının ölüler diyarına bir yolculuk yaptığı güçlü vizyonel bir haldir; bu ölüler aleminde şaman adayına kötü ruhlar saldırır, çeşitli karakter ya da dayanıklılık denemeleri yaşar, öldürülür ve bedeni parçalara ayrılır. Bunun ardından bir yeniden doğuş ve kutsal alemlere yükselme deneyimi gelir.

Şamanizm başka biçimlerde de holotropik durumlarla ilişkilidir. Başarılı ve deneyimli şamanlar istedikleri zamanda ve kontrollü bir biçimde bir trans durumuna girebilir. Bunu hastalıklara tanı koymak, iyileştirmek, duyular dışı algılama, diğer gerçeklik boyutlarının keşfi ve başka amaçlar için kullanırlar.
Ayrıca çoğu kez kabilelerinin diğer üyelerinde de holotropik durumlar başlatır ve “psikopompa” rolü oynarlar ve öte alemin kompleks alanlarına geçen kişilere gerekli desteği ve rehberliği sağlarlar.

Şamanizm oldukça, belki de en az otuz – kırk bin yıl kadar eskilere uzanır; kökleri Paleolitik çağa kadar izlenebilir. Güney Fransa ve Kuzey İspanya’daki Lascaux, Font de Gaume, Les Trois Frères, Altamira ve diğerleri gibi ünlü mağaraların duvarları hayvanların güzel şekilleriyle süslenmiştir. Bunların pek çoğu aslında Taş Devrinde yaşayan türleri -bizonlar, yabani atlar, erkek geyikler, dağ keçileri, mamutlar, kurtlar, gergedanlar ve rengeyikleri- göstermektedir. Bununla birlikte, Lascaux’daki “Büyücü Hayvan” gibileri açıkça majik ve ritüel anlam taşıyan efsanevi yaratıklardır. Ayrıca bu mağaraların birkaçında kuşkusuz antik şamanları simgeleyen insan ve hayvan özelliklerini birleştiren garip figürlerin resimleri ve oymaları da bulunmaktadır.

Değişik erkek sembollerini bir araya getiren gizemli, bileşik bir figür olan “Les Trois Frères Büyücüsü” bu şekillerin en bilinenidir. Bir erkek geyiğin çatallı boynuzlarına, bir baykuşun gözlerine, yabani bir atın ya da bir kurdun kuyruğuna, insan sakalına ve bir aslanın pençeli ayaklarına sahiptir. “Hayvansı Üstat” aynı mağara kompleksi içindeki başka bir ünlü oyma şaman figürüdür; güzel hayvanlarla dolu Mutlu Avlanma Mekanı’na başkanlık etmektedir. Ayrıca Lascaux’daki duvar üzerinde bulunan av sahnesi de oldukça ünlüdür. Bu sahne, yaralı bir bizonu ve ereksiyon halindeki penisiyle yerde yatan bir şaman figürünü göstermektedir. La Gabillou olarak bilinen mağarada ise arkeologların “Dansçı” adını verdikleri dinamik bir hareket halindeki şamanik bir figür oyması bulunmaktadır.

Bu mağaralardan birinin kil zemini üzerinde, Tuc d’Audoubert, araştırmacılar iki kil bizon tasviri çevresinde dairesel bir düzen içinde olan ayak izleri bulmuşlardır; bu, mağara sakinlerinin, birçok aborijinal kültür tarafından hala trans durumlarını başlatmak amacıyla yapılan danslara benzer danslar yaptıklarını akla getirmektedir. Şamanizmin kökenleri, İsviçre ve Almanya’daki mağaralarda bulunan buz devirleri arasındaki bir dönemden kalma hayvan tapınaklarının örnek olarak gösterdiği gibi daha da eski bir Neandertal mağara ayısı kültüne dek izlenebilmektedir.

Şamanizm yalnızca kadim değil, aynı zamanda evrenseldir; Kuzey ve Güney Amerika, Avrupa, Afrika, Asya, Avustralya, Mikronezya ve Polinezya’da görülebilmektedir. İnsanlık tarihi boyunca bu kadar çok farklı kültürün şaman tekniklerini yararlı ve kullanışlı bulduğu gerçeği holotropik hallerin antropologların “ilksel zihin” (primal mind) adını verdikleri şeyi, yani insan psişesinin ırk, cinsiyet, kültür ve tarihsel zamanı aşan temel ve başlangıçta varolan bir yönünü harekete geçirdiğini akla getirmektedir. Batı endüstriyel uygarlığının bozucu etkisinden kurtulmuş kültürlerde, şaman teknikleri ve prosedürler günümüze dek varlığını sürdürmüştür.

Holotropik hallerin dahil olduğu kültürel olarak onaylanmış psikospiritüel dönüşümlerle ilgili başka bir örnek, antropologların “geçiş ritleri” dedikleri ritüel olaylardır. Bu terim, konuyla ilgili ilk bilimsel tezin yazarı Hollandalı antropolog Arnold van Gennep tarafından türetilmiştir (van Gennep 1960). Bu tür törenler bilinen tüm yerli kültürlerde varolmuştur, günümüzde de birçok endüstri öncesi toplulukta hala uygulanmaktadır. Bu törenlerin temel amacı bireyleri, grupları, hatta tüm kültürleri kutsamak, yeniden belirlemek ve dönüştürmektir.

Geçiş ritleri bireyin ya da kültürün hayatındaki önemli değişimler sırasında yapılır. Bu törenlerin zamanlamaları sıklıkla doğum, sünnet, ergenlik, evlilik, menopoz ve ölüm gibi başlıca fizyolojik ve sosyal geçişlerle aynı döneme rastlar. Benzer ritüeller, savaşçılık statüsüne başlangıç, gizli topluluklara kabul edilme, takvimsel yenilenme festivalleri, iyileştirme törenleri ve insan gruplarının coğrafi hareketleriyle de ilişkilidir.

Geçiş ritleri zihin durumunu değiştiren etkili prosedürler içerir; bu prosedürler, daha yüksek bir bütünleşme düzeyiyle sonuçlanan psikolojik düzeni bozan deneyimler başlatır. Bu durumda, bu psikospiritüel ölüm ve yeniden doğum episodu eski rolün ölümü ve yeni bir rolün ortaya çıkışı olarak da yorumlanır. Örneğin, ergenlik ritlerinde, inisiyeler prosedüre çocuk olarak girer ve ergenlik statüsünün getirdiği hak ve görevlerin hepsine sahip olan yetişkinler olarak çıkar. Tüm bu durumlarda, birey ya da sosyal grup arkasında bir varoluş biçimi bırakıp tümüyle yeni hayat koşullarına geçer.

İnisiyasyondan dönen kişi inisiyasyon sürecine giren kişiyle aynı insan değildir. Derin bir psikospiritüel dönüşümden geçmiş olduğu için, bu kişi hem varoluşun mantıkla anlaşılmayan boyutlarıyla kendine özgü bir ilişkiye hem de yeni ve daha geniş bir dünya görüşü, daha iyi bir benlik algısı ve farklı bir değer sistemine sahiptir. Bunun hepsi inisiyenin varlığının tam özüne ulaşan ve kimi zaman dehşete düşürücü, kaotik ve düzen bozucu olan kasıtlı biçimde başlatılmış bir krizin sonucudur. Bu yüzden, geçiş ritleri, geçici bir parçalanma ve kargaşa döneminin daha aklı başında ve iyi bir hale yol açtığı bir durumun başka bir örneğidir.

Buraya kadar tartışmış olduğum iki “pozitif parçalanma” örneği, yani şaman krizi ve geçiş riti deneyimi, birçok ortak özelliğe sahiptir, ama bunlar bazı önemli yönlerden farklılık da göstermektedir. Şaman krizi şaman olacak kişinin psişesini beklenmedik bir biçimde ve uyarı olmaksızın istila eder; doğasında kendiliğinden ve otonomdur. Geçiş ritleri ise, bununla karşılaştırıldığında, kültürün bir ürünüdür ve öngörülebilir bir zaman programına uyar. İnisiyelerin deneyimleri önceki kuşaklar tarafından geliştirilip mükemmelleştirilen belirli “kutsal teknikler”in sonucudur.

Hem şamanları kutsal sayan hem de geçiş ritleri yapan kültürlerde, şaman krizi geçiş ritinden çok daha üstün olan bir inisiyasyon biçimi olarak dikkate alınır. Daha yüksek bir gücün müdahalesi, bu yüzden de tanrısal bir seçim ve özel bir çağrının belirtisi olarak görülür. Başka bir açıdan bakıldığında, geçiş ritleri holotropik hallerin pozitif değerinin kültürel takdirinde daha ileri bir adımı gösterir. Şamanik kültürler inisiyasyonla ilgili krizler süresince kendiliğinden oluşan holotropik hallere ve kabul edilen şamanlar tarafından yaşanan ya da başlatılan iyileştirme transını kabul eder ve bunlara büyük saygı duyarlar. Geçiş ritleri, holotropik halleri kültüre daha geniş bir ölçekte işler, bunları kurumlaştırır, ritüel ve spiritüel yaşamın ayrılmaz bir parçası haline getirirler.

Holotropik şuur halleri antik dünyada oldukça yaygın kutsal ve gizli prosedürler olan ölüm ve yeniden doğum ayinlerinde de çok önemli bir rol oynar. Bu gizli ayinler ölüm ve biçim değiştirmeyi sembolleştiren tanrılarla ilgili mitolojik öykülere dayanır. Bu, Antik Sümer’de Inanna ve Tammuz, Mısır’da Isis ve Osiris, Yunanistan’da ise Attis, Adonis, Dionysus ve Persephone’dur. Bunların Mezoamerikan karşılıkları Aztek Quetzalcoatl ya da Tüylü Yılan, ve Maya Popol Vuh’undan bilinen Kahraman İkizler’dir. Bu gizli ayinler, Sümer ve Mısır tapınak inisiyasyonları, Mitraik gizli ayinler ya da Yunan Koribantik ritler, Bakanalya ve Elözis inisiyasyonlarının örneklediği gibi, Akdeniz ve Orta Doğu’da özellikle yaygındı.

Atina yakınlarındaki Elözis tapınaklarında yapılan gizli ayinlerin düzenli olarak ve neredeyse iki bin yıllık bir süre boyunca her beş yılda bir kesintiye uğramaksızın gerçekleştirilmesi, söz konusu deneyimlerin gücü ve etkisiyle ilgili etkileyici bir kanıttır. O zaman bile sadece antik dünyanın ilgisini çekmekle kalmamıştı. Hristiyan İmparator Theodosius’un bu gizli ayinlere ve diğer tüm pagan kültlere katılmayı yasaklamasıyla Elözis’teki törensel etkinlikler acımasızca kesildi. Bundan kısa bir süre sonra, M.S. 395 yılında, tapınak istilacı Gotlar tarafından yok edildi.

Elözis’teki dev inisiyasyon salonu telestrion’da, aynı anda üç binden fazla neofit etkili psikospiritüel dönüşüm deneyimleri yaşardı. İnisiyeleri arasında eskilerin birçok ünlü figürünün olduğunu fark ettiğimizde, bu gizli ayinlerin antik dünya için kültürel önemi ve Avrupa uygarlığının tarihinde şimdiye dek kabul edilmeyen rolü de açık bir hale gelir. Filozof Eflatun, Aristoteles ve Epiktetus, askeri lider Alkibiades, oyun yazarı Öripides ve Sofokles, şair Pindar bu neofit listesinde yer almıştır. Bir başka ünlü inisiye Marcus Aurelius, bu törenlerin verdiği eskatolojik umutlara kendini kaptırmıştır. Romalı devlet adamı ve filozof Marcus Tullius Cicero bu ayinlere katılmış ve söz konusu ayinlerin antik uygarlık üzerindeki etkileri hakkında yüceltici bir rapor yazmıştır (Cicero 1977).
Antik dünyada kadim gizemli dinlerin sahip olduğu büyük saygı ve etkiyle ilgili bir başka örnek de Mitraizmdir. M.S. birinci yüzyılda Roma İmparatorluğu’nda yayılmaya başlamış, üçüncü yüzyılda doruk noktasına ulaşmış, dördüncü yüzyılın sonunda da Hıristiyanlık karşısında ayakta duramayıp çökmüştür. Kültün en yüksek noktasında, gizli Mitraik tapınaklar (mithraea) Karadeniz’in kıyılarından İskoçya dağlarına ve Sahra Çölüne kadar yayılan bir alanda bulunabilmekteydi. Mitraik gizli ayinler Hristiyanlığın kardeş dinini ve onun en önemli rakibini temsil etmiştir (Ulansey 1989).

Bu gizli ritlerde kullanılan ve zihin durumunu değiştiren prosedürlerin özellikleri büyük ölçüde bilinmeden kalmıştır, bununla birlikte, Elözis gizli ayinlerinde çok önemli bir rol oynayan kutsal iksir kykeon büyük olasılıkla LSD’ye benzer ergot alkaloitleri içeren bir karışımdı. Ayrıca, bacchanalia ve diğer tür ritlerde psikodelik materyal bulunması da oldukça mümkündür. Antik Yunanlılar alkol damıtmayı bilmiyordu, yine de raporlara göre Diyonizos ritüellerinde kullanılan şaraplar üç ila yirmi kez arası damıtılmış olmalıydı çünkü bu şarapların sadece üç kadehi bazı inisiyeleri “deliliğin kıyısına” getiriyordu (Wasson, Hofmann ve Ruck 1978).

Yukarıda anlatılan antik ve aborijinal teknolojilere ek olarak birçok büyük din de özellikle holotropik deneyimleri başlatmak için düzenlenmiş olan sofistike psikospiritüel prosedürler geliştirmiştir. Örneğin, farklı yoga teknikleri, Vipassana, Zen ve Tibet Budizminde kullanılan meditasyonlar ve Taocu geleneğin spiritüel egzersizleri ve karmaşık Tantrik ritüeller bunların arasında sayılabilir. İslam mistikleri sufilerin kullandığı çeşitli karmaşık yaklaşımları da bunlara ekleyebiliriz. Bu mistikler, kutsal törenleri olan zikirlerde şiddetli soluma, ilahiler söyleme ve transa sokucu sema dansını kullanmışlardır.

Yahudi-Hıristiyan geleneğinde ise Esseni’lerin solunum egzersizleri ve yarı boğulma içeren vaftizleri, Hristiyan İsa duası (hesiastizm), Loyola’lı Ignatius’un egzersizleri ile çeşitli Kabalistik ve Hassidik prosedürler bu konuda örnek olarak verilebilir. Doğrudan spiritüel deneyimleri başlatmak ya da kolaylaştırmak için düzenlenen yaklaşımlar büyük dinlerin mistik kolları ve bunların monastik tarikatlarının karakteristiğidir.