Yaratıcılık ve İmgeleme

http://www.dreamstime.com/stock-images-image40930244

Yaratıcılık ve İmgeleme

Duygu Güner

İmgeleme ya da imajinasyon, insanın en önemli yeteneklerinden bir tanesidir. İnsanoğlu imgeleme yeteneğine sahip olmasaydı herhangi bir şey düşünebilmesi, zihninde herhangi bir şeyi şekillendirebilmesi ve hatırlayabilmesi mümkün olamazdı. Ancak imgeleme gücü ya da yeteneği, yalnızca bunlarla sınırlı değildir. İmgeleme, evrendeki temel yaratıcılık kudretinin insandaki izdüşümüdür ve nasıl kullanılacağı bilinirse, bedenimizden başlayarak tüm fizik madde ve olaylar üzerinde etkili bir güç olarak kullanılabilir. Üstat Dr. Bedri Ruhselman’ın da ifade ettiği gibi, “Tahayyül (imgeleme) yaratıcı bir melekedir.” Bu yaratıcı meleke sayesinde evren yasalarıyla uyumlu olarak kendi şuur alanımızdaki materyali istediğimiz gibi şekillendirebilir ve bunu da fizik şartların elverdiği ölçüde madde üzerine yansıtıp ondan yeni kompozisyonlar ve kombinasyonlar meydana getirebiliriz.

Bu ilkeden hareketle sanatın her alanında imgeleme gücü sayesinde çok güzel eserler meydana getirilmiş; bilimin her alanında öncü keşifler ve icatlar yapılmış; iyisi ve kötüsüyle bugün içerisinde yaşadığımız fiziksel ve sosyokültürel çevre yaratılmıştır. Etrafımıza şöyle bir baktığımızda insan eliyle meydana getirilmiş her şeyin mutlaka imgeleme yeteneğiyle bağlantılı olarak oluştuğunu görebiliriz. Örneğin, önemli bir iletişim aracı olan televizyon, en küçük parçasından tutun, ekranına kadar, yüzyıllar boyu binlerce hatta yüz binlerce insanın imgeleme güçlerinin bir araya gelmesi sonucunda oluşturulmuştur.
Eğer imgeleme yeteneğimiz olmasaydı, en basit bir eşyayı, taş devri insanının yapmış olduğu bir taş baltayı bile meydana getirebilmemiz mümkün olamazdı.
İnsan şuurunu sonsuz kapasiteye sahip bir bilgisayar gibi düşündüğümüzde, onu nasıl programlayacağımızı bilirsek ve uygun programları yükleyebilirsek hem kendimiz hem de çevremiz için çok yararlı işler üretebilmek mümkün olur.

Bazı kimseler bu yeteneğe kendiliklerinden sahiptir. Yani kendi imgeleme güçlerini nasıl motive edeceklerini ve onu nasıl programlayacaklarını sezgisel bir yetenekle keşfedip kullanırlar. İşte bu insanlar bizim “başarılı insanlar” olarak nitelendirdiklerimizdir. Ancak bu yetenek hepimizin içerisinde mevcuttur ve bizim onu harekete geçirmemizi beklemektedir. Yeteneksiz insan yoktur. Hepimiz pek çok yeteneklerle bu dünyaya doğuyoruz, ancak bunlar ya yetersiz eğitim ya da tembellik sonucu zaman içerisinde körelip kalıyor. İçimizdeki potansiyeli hissetmemize rağmen onu motive etmekte zorlanabiliyoruz.

İmgelemenin harekete geçmesini sağlayan unsurlardan en önemlisi sıradan arzulardan ayrı tuttuğumuz şuurlu istek yani iradedir. Çünkü eski bir tebliğde de ifade edildiği gibi “imajinasyon, irade ile başlar, irade ile biter.” Bu irade bizim görüşümüzle her zaman açık olmasa bile hakikatte mevcuttur. Çünkü irade yani şuurlu istek olmaksızın hiçbir şey olması mümkün değildir.

İMGELEME NEDİR?

Einstein “İmajinasyon bilgiden daha önemlidir.” şeklinde bir ifade kullanmıştır. Disraeli’ye göre ise, “Dünyayı yöneten imajinasyon gücüdür.”
İmgelemenin birçok tanımını yapmak mümkündür. Ancak konuya metapsişik perspektiften yaklaştığımızda Sn. Bedri Ruhselman’ın şu ifadesiyle karşılaşırız: “İmgeleme, bir şeyi ruhta suretlendirmek demektir.”
Zengin ve canlı bir imgelemeye sahip iki tür insan vardır: sanatçılar ve çocuklar.
Yalnızca görsel değil var olan bütün duyularımızı kapsayan imgeleme, doğumumuzla birlikte var olan bir şeydir. Örneğin, biçilen çimlerden söz edildiğinde yalnızca çim biçme makinesinin sesini değil aynı zamanda yeni biçilmiş çimlerin kokunusu da imajine ederiz.
Aynı şekilde ağlayan bir bebekten söz edildiğinde, yalnızca yüzünü buruşturmuş bir bebeği gözümüzde canlandırmaz büyük olasılıkla sesini de duyar gibi oluruz.

Merkezi sinir sisteminin bir olayın imajı ile gerçek olay arasındaki farkı ayırt etmediğini biliyoruz. Bir limon gördüğümüzde de ağzımız sulanır, gözümüzü kapayıp limonu imajine ettiğimizde de.
İmajların zenginliği ve çeşitliliği duyu organlarının hassasiyetine bağlı olmadığından bu organların basit bir sonucu sayılmamalıdır. Aksine, imajlar zihnin yapıcı çalışmasının bir eseridir. Zihin alanına gerek kendimizden, gerek dış dünyadan gelebilirler. Zihin seviyesi ve ruhsal tekamül oranında şuur alanımıza çeşitli imajlar gelir. Bu imajlar bazen bize faydalı olur, bazen düzensizlik yaratır. İmajları kontrol altına almak, onları maksatlı çağrışımlarda kullanmak insanın ruhsal yönden gelişmişliği ile mümkün olur.

İmajlar izlenip devamlı olarak beslenebilirse, uygun ortamda fiziksel etkiler meydana getirirler. Bu yetenek sayesinde yaşamın her alanında daha yaratıcı, etkin ve başarılı olmak mümkündür.
İmajinasyon, bir şeyi ruhta suretlendirmek, şekil ve biçim vermektir. Tasarımdan farklıdır. Bir şeyi ruhta suretlendirmek, ruhun maddeler üzerindeki etkinliğini kullanması ile başbaşa gider. Ruh, etkinliği ile bir objeye şekil vermek istediği zaman, onu imajinasyon yeteneğinin yardımı ile yapar. İmajine edilmiş bir şey, fizik alemdeki kaba görünümlerini göstermeden önce, ince kozmik maddeler aleminde gerçekleşmiş bulunur. Örneğin çok güzel bir sanat eseri, mimarlık dehası bir bina, bir senfoni gibi.

YARATICILIK SÜREKLİ VAR OLAN BİRŞEYDİR

Sözlük anlamıyla yaratıcılık, zeka, düşünce, sezgi ve imgelemeden yararlanarak o zamana kadar görülmeyen yeni bir şey ortaya koymak, yapmaktır. Bir şeyin olmasına, ortaya çıkmasına yol açmak, sebep olmaktır.
Dünya’nın, Yaratıcı’nın kendini ifade etmek isteme arzusundan ortaya çıktığı söylenir ve bu aynı arzuya her insan ruhu sahip bulunmaktadır. Sonsuz Tanrısal Benlik’in yayılma ihtiyacı, insanın içinde maddi seviyede yaratıcı enerji olarak ifadesini bulur ve bu da sırasıyla sonsuz gelişme şekilleri ve bizzat hayatın devamı için sorumluluk taşır.
Yaratıcılık sürekli var olan bir şeydir. İster makro, ister mikro düzeyde olsun hangi açıdan bakarsak bakalım evrenin her noktasında bu sürekliliği yakalamak mümkündür. Örneğin, doğaya baktığımızda, sürekli olarak kendisini yenilediğini, her an yaratıcılık faaliyetine devam ettiğini görmemiz mümkün.

Her varlıkta mevcut olan yaratıcılık bulunduğu yerden çıkarılmayı, faal hale getirilmeyi bekler. Çünkü yaratıcılık insan vücudundaki kaslar gibidir. Ne kadar çok kullanılır, çalıştırılırsa o kadar güçlenir. Kullanılmadığı takdirde zamanla körelir, zayıflar, hatta yok olur.

Yaratıcı insanın olaylara, sorunlara ve çözümlere bakış açısı çok farklıdır. Yeniye karşı tutku duyan, kendisini çevreleyen gerçeklikte huzur bulmayan, sahip olduğu sınırları aşmak için çabalayan, dünyaya açık olan varlıktır.
Sürekli çaba, irade, kararlılık, öz disiplin ve kişisel planlama tüm yaratıcı bilim adamı ve sanatçıların biyografilerini inceledeğimizde açıkça görülmektedir.

Yaratıcılıktan konu açıldığında, sezgilere de değinmek durumundayız. Çünkü yaratıcılığın gerçekleşmesinde sezginin rolü belirleyicidir. Genellikle umulmadık anlarda içimize doğan bazen belli belirsiz bazen güçlü etkilerle kendisini gösteren orijinal bir düşünce olarak tanımlayabileceğimiz sezgilerin kaynağı, bizi görüp gözeten ruhsal varlıklar olabileceği gibi, kendi şuurdışımız da olabilir. Sezgisel kavrayış detaylarla ilgilenmekten ziyade bir anda bütünün bilgisini bize ulaştırır. Özellikle metapsişik konuları kavramaya çalışırken mantıksal düşünceden çok sezgisel kavrayışa ihtiyacımız vardır.

Sezgiyle ilgili olarak bir yazarın ifadesi ise şu şekildedir. “Sezgi, aklın durgun sularını harekete geçiren canlı bir düşüncedir.”
Sezgi, iç bilgi, yaratıcı faaliyetin özü ise, o zaman yaratıcılığın gerçekleşip tezahür etmesi insanın gayreti olmaksızın mümkün değildir. Yaratıcılığın direkt olarak gerçekleşmesi gücünü oluşturan iki koşul, sezgi ve faaliyettir.
Yunanca’da sezgileri hissetmek fiili, Tanrısal Nefes’in iç yönünü belirtir. İçeriden nefes alıyorum, içeriden geliyorum anlamındadır. Bu ifade bizi, sezginin tanrısal ruhun dışa vurmasından başka bir şey olmadığı sonucuna götürür. Eğer ifade edilmesine imkan tanırsak, bizleri, alışmış olduğumuz anlayışımızla yaklaşamayacağımız ruhsal ve estetik seviyelere çıkarabilir. İşte bu anlamda yaratıcı gelişme, ruhsal gelişmenin sonucu olarak ortaya çıkar. Bu bağlantıyı Edgar Cayce açıkça ortaya koymuştur. Cayce’nin yaratıcılık üzerindeki araştırmasının sonucu şöyle özetlenebilir: “Yaratıcılık bir çeşit ruhsal faaliyettir ve sanatsal dürtü, tanrısal etkinin zihin üzerindeki sonucudur.”
Cayce’nin vurguladığı gibi yaratıcı güçlerini geliştirmeye ilgi duyanlar, ilk önce yaratıcı güçlerle bağlantılarını kurmalı ve bununla uyum içinde olmaya çalışmalıdırlar. Her yaratıcı ifadenin sebebi olan şuur akımını yakalamak ve içimizdeki yaratıcı dinamiği ortaya çıkarmak için imgeleme ve konsantrasyon yeteneklerini geliştirmek gerekmektedir.

Edgar Cayce, yaratıcı başarı için, insanın her şeyden önce ruh olduğu, maddi ortamda ifadeyi arayan Sonsuz Tanrısal Benliğin bir parçası olduğu bilgisine dayanan bir öneride bulunmaktadır. Bu iç yaratıcı benliğimize kapıyı ne ölçüde açabileceğimiz sorunu, hepimizin kişisel kararına bağlıdır.

YARATICILIĞI NASIL GELİŞTİREBİLİRİZ?

Yaratıcılık daima içimizde, bizim tarafımızdan keşfedilmeyi bekleyen dipsiz bir kuyu gibidir. Tek yapmamız gereken onu hücresinden çıkarmaktır. Hangi yaşta olursak olalım özümüzde var olan yaratıcılığı geliştirmek mümkündür. Müzik ya da resim yeteneğimiz olmadığı için kendimizi yaratıcı insan kategorisine koymamak büyük bir hatadır. Hayatın binbir türlü alanında yaratıcılığımızı ortaya koyabileceğimiz bir yön mutlaka mevcuttur. Yaratıcılık bakımından yeteneksiz insan yoktur; yalnızca hangi yönde yeteneğimizin olduğunu keşfedip onu geliştirmek gerekir.
Yaratılmış olan her şey mutlaka önce imajine edilmiş demektir. Hiçbir yaratıcı kişi hemen çalışmaya başlayıp ortaya ne çıkacağına bakmaz. Üzerinde çalıştığı konu ne olursa olsun, neyi ortaya koymak, yaratmak isterse istesin mutlak suretle onu önce imajine etmesi gerekir. Bu nedenle imajinasyonumuzu geliştirmeyi öğrendiğimizde aynı zamanda yaratıcı düşünceleri de geliştirmiş oluruz.

Yapılması gereken ilk ve en önemli şey, ne kadar iyi gizlenmiş olursa olsun içimizde bir yaratıcılık kaynağının olduğunu kabul etmek ve onu ortaya çıkarmanın yollarını aramaktır.

Herkesin zihninin hayatın günlük problemleri ile meşgul olmadığı, iş veya aile sorumluluklarıyla uğraşmadığı bir zamanı ya da uğraşı vardır. Sizinkini bulmak size bağlıdır. Çünkü günün o saatinde ya da o uğraşı gerçekleştirirken zihni özgür bırakabilir böylece şuuraltıyla uyum sağlamasına yardım etmiş oluruz.
Zihni bu duruma getirmek için hiçbir şey yapmadan oturmak gerekmez. Bazı kişiler bahçe çapalamak, ütü yapmak gibi birtakım fiziksel etkinlikler yapmayı daha yararlı bulurlar. Çünkü böyle zamanlarda beden sıkı çalışıyor olsa da zihnin çalışmasına gerek yoktur. Yaratıcılığı geliştirmek ve yönlendirmek için tüm yapılması gereken bu boş zamanı iyi kullanmaktır.

Tabii ki, zihni günlük kargaşadan uzaklaştırmak için hiçbir şey yapmadan oturmak ya da uzanmak gereksinimi de duyulabilir.

Yaratıcılığı geliştirmek için atılacak ikinci adım herhangi bir teknikle gevşemektir. Şuuraltının derinlikleriyle iletişime geçebilmemiz için mutlaka uygun gördüğümüz bir gevşeme tekniğini kullanarak gevşemek durumundayız. Çünkü ilhamın kaynağı orasıdır. Uygun koşullarda toprağa ekilen tohum, ilk filizlerini ortaya çıkarmak için nasıl ki zamanının gelmesini beklerse bizim de bu noktadan sonra sabıra ihtiyacımız vardır. Çünkü ilham ancak kendi zamanı geldiğinde ortaya çıkar. Ancak biz onu fark edip tanımayı öğrenmemişsek geldiği gibi sessizce geçer gider. Ne olduğunu anlamayız bile.

Yaratıcı ilhamın anlık bir şey olması, beklenmeyen ve hatta uygun olmayan zamanlarda gelmesi nedeniyle onu tamamen yok olmadan yakalamak çok önemlidir.

İçimize doğan fikir ister mükemmel bir yeni icatla ilgili olsun, isterse canımızı sıkan bir iş probleminin yanıtı olsun onu mutlaka not etmek de aynı derecede önem taşımaktadır.

SON OLARAK

Günlük yaşamımızı daha şuurlu biçimde yaratır hale gelebilmemiz için, günümüzün her bölümü için neyi tasarladığımızla ilgili olarak daha net olmaya ihtiyacımız var. Gün boyunca farkında olmadan hareket etme eğilimi gösterdiğimiz için, bizler şuurlu maksat yerine belli modeller ve alışkanlıklar tarafından idare ediliriz. Yaşamımızı bu biçimde yaşadığımız oranda da otomatik sayılacak bir yaratma eyleminde bulunuruz. Eğer daha şuurlu yaşayacaksak, günü ve günün her bölümünü niyetlerimizle, düşüncelerimizle düzeltmeli, şekillendirmeli bunun için de imgelemeyi kullanmalıyız.

Günlük yaşantımıza daha fazla hakim olmak için, duygusal hallerimizin derindeki amaçlarımızla uyum içinde olup olmadığını belirlemeye çalışırken, günümüzün her bölümünü o bölümden ne istiyorsak ona göre net bir düşünceyle tasarlamalı yani imajinasyonu kullanarak yaşamımıza hakim olmalı, her anımızı pozitif bir tarzda yeniden yaratmaya çalışmalıyız.

Unutmayalım ki, ileride başımıza gelecek olan şeylerin hepsinin prototiplerini biz şimdi burada yaratıcı imgeleme yeteneğimiz sayesinde imajinatif olarak meydana getirmiş durumdayız. Bunun içerisinde hem pozitif, hem de negatif değerde olanlar vardır.

Yararlanılan Kaynaklar:
Yaratıcı İmgelemeden Nasıl Yararlanabilirsiniz? Roy Eugene Davis, Ruh ve Madde Yay.
Yaratıcı Düşünce, Nuray Sungur, Evrim Yay.
Ruh ve Madde Dergisi Ciltleri