Ötealemin İlk Aşamaları

 

Ötealemin İlk Aşamaları

Duygu Güner

ÖLÜM ve ÖLÜM ANI

Ölüm, bizler için bir son, bir yok oluş değil, tam tersine varlığımızın sonsuzluğunun bir ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ölümü bir yok oluş değil aksine bir doğuş olarak görüyoruz. Ancak bu doğuş farklı bir boyuta olmaktadır ve biz o boyuta ötealem, spatyom, ahiret gibi isimler vermekteyiz.

Ölümün çok kısa olarak bir tanımını yapmak istersek, ölüm; içinde bulunduğumuz zaman ve mekan şartlarından ayrılıp farklı bir zaman, mekan boyutuna dahil olmaktır diyebiliriz. Bir şuur ve konsantrasyon değişikliği olarak da nitelendirebiliriz ölümü. Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi ötealemle dünya arasında zaman ve mekan açısından büyük bir farklılık söz konusudur.

ÖLÜM ANINDA NELER OLUYOR?

Öncelikle şunu vurgulamakta fayda vardır ki, ölüm şeklinin ötealeme uyum üzerinde çok büyük bir etkisi vardır. Bir kaza gibi şok tarzında ani ölüm ile uzun süredir hasta olan bir kişinin ölümü ötealeme geçişteki zorlanmaları açısından aynı olmamaktadır. Ani ölümlerde varlığın öldüğünü kabullenmesi çok daha uzun zaman alabilir. Bu tür bir ölümde ruh ve beden ilişkisinin kesilmesi o kadar ani olmaktadır ki, varlık kendisine ne olduğunun farkında değildir. Daha doğrusu, varlık başına gelen kazanın farkındadır, fakat kazayı izleyen ruh beden ilişkisinin kopuşunu fark edememiştir. Ötealeme geçişinden bir süre sonra bile kendisiyle görüşmeye kalksak bize, hala kaza anını anlatıyor olacaktır. Kendisini hala dünyada zannederek, bir kaza atlatmış olduğunu ifadeye çalışacaktır. Her nasılsa bu feci kazadan, mucizevi bir şekilde kurtulduğunu bize rahatlıkla anlatacaktır. Zihinsel olarak kendisini hala kazadan önceki ya da kaza sırasındaki durumda görmektedir. Giyim, kuşam olarak da kendisini son andaki gibi görmektedir.

Diğer ölüm şeklinde ise varlığın şuurlu olarak fark etmese de ölüme hazırlanışı söz konusudur. Gerek rüyalarında, gerek dalıp dalıp gittiği zamanlarda gitgide incelen gümüş kordonuyla ruhsal bedeni yolculuklara çıkar. Bu yolculuklarda, varlık olarak ötealemde kendisini karşılamak için bekleyenlere aşinalık kazanır. Yavaş yavaş olup durmakta olan bu ayrılma süreci boyunca, fizik bedene dönülen uyanıklık zamanlarında kişi rüyada ölmüş annesini, babasını ya da eşini gördüğünden söz eder. Bunların hepsi ötealeme geçme hazırlıkları çerçevesinde geçirilen ruhsal deneyimleri oluşturmaktadır. Gitgide ötealemle olan irtibatta bir artış, bir hazırlanış söz konusudur. Ancak ne kadar hazırlanırsa hazırlansın yine de ötealeme geçer geçmez varlığın uyum göstermesi söz konusu değildir. Teşevvüş adı verilen hali her varlık yaşamaktadır. Yalnızca bunun derecesi ve süresi varlığın tekamül düzeyine göre farklılık göstermektedir.

“Bir Doktor’un Ruhsal Dünyadan Mesajları” adlı kitapta Dr. Karl Nowotnyötealemden kendi ölümünü şu şekilde anlatmaktadır: “Bir ilkbahar günüydü. Ara sıra gittiğim sayfiye evimde kalıyordum. Sağlık durumum iyi olmamakla beraber yatağa düşmüş değildim. Arkadaşlarla yürüyüşe çıkmıştık. Nefis bir akşamdı. Yola çıktığmızda yorgundum, yürüyemeyeceğimi düşünüyordum. Ama kendimi zorladım ve birdenbire sağlıklı ve canlı hissettim. Önden koşuyor, temiz havayı derinden soluyordum. Uzun bir zamandan beri olmadığım kadar mutluydum. Şaşkındım. Bana ne olmuştu da ansızın şikayetlerim, yorgunluğum, soluk alırken çektiğim sıkıntı bitivermişti? Arkadaşlarımın yanına döndüm. O da ne? Orada duruyordum ve aynı zamanda kendimi yerde yatar görüyordum. Yanımdaki insanlar son derece telaşlı ve heyecanlıydılar. Bir doktor çağırdılar ve beni eve taşımak için bir araba buldular, ama ben iyiydim ve hiç ağrı duymuyordum. Bunu anlayamıyordum. Orada yatan insanın kalbini yokladım. Atmıyordu. Ölmüştüm. Ama canlıydım da. Arkadaşlarıma seslendim. Beni ne görüyor, ne de cevap veriyorlardı. Bütün formaliteler tamamlanıp bedenim bir tabuta konulduktan sonra ölmüş olduğumu anladım. Buna inanmak istemiyordum….” diye devam ediyor Nowotny.
Kısaca ifade etmek istersek farklı bir zaman mekan yapısına sahip olan ötealeme geçiş şekli bu olayı yani ölümü fark edip, kabullenme konusuna etki etmektedir.

ÖTEALEMİN YAPISI

Ötealemin en büyük özelliklerinden bir tanesi varlıkların imajinasyonuna ve serbest düşüncesine göre en uygun formları oluşturacak bir yapıya sahip olmasıdır. Yani maddesi dünyanın maddesinden daha ince, daha akışkandır. Çeşitli yoğunluk seviyelerine sahiptir. Dünyaya daha yakın olan alanlar (astral plan) daha yoğun, bundan uzaklaşıp daha farklı buutlara yaklaşan alanlar daha seyreltik bir durumdadır. Ötealemin maddesi bildiğimiz herhangi bir gazdan daha süptil ve çeşitli yoğunluk derecelerine sahip bir mekandır. Burası aynı zamanda bir hayaller alemidir ve ne düşünürsek o gerçekleşir. Örneğin, ötealemde bir yerden bir yere gitmek için zamana ihtiyacımız olmaz. Nereyi düşünürsek orada oluruz.

Varlığın ilk aşamada bulunduğu yer olan astral planın yapısını anlatan bir tebliğde şunlar ifade edilmektedir:
“Dünyaya en yakın olan bölgelerde hayat, geniş bir surette arzda olduğu gibi devam eder. Mekteplerle, kiliseleriyle, bütün şehirleriyle, hatta hastaneleriyle ve umumi binalarıyla hayat devam eder. Fakat tekamülilerledikçe bütün bunlar kaybolur.” (Ruh ve Kainat S.253)

Buradaki okullar, kiliseler, şehirler tamamen imajinatif olarak oluşturulmuş bir durumdur. Yoksa ötealemde böyle şeyler yoktur. Bu durum tamamen alışkanlıklardan kaynaklanmaktadır.
Sadıklar Planı tebliğlerinde de ötealemle ilgili şu ifadelere yer verilmiş:

S.P. “Ölüm ötesi alemin başlangıcı ve sonu yoktur. Şunu önce kabul etmelidir ki, maddi alemle, fizik alemle gayri maddi alemi birbirinden ayıran sınır, bir elektriki titreşimden ibarettir. Titreşim tabakaları inceldikçe, yani titreşim yükseldikçe buut içerisinde mevcut bulunan varlığın da etkilenme durumu ve etki etme durumu buna paralel olarak değişir. Bedenini henüz terk etmiş bulunan bir varlık, gayet tabii ve normal bir seyir içerisinde kendisine en uygun gelen bir titreşim ortamı içerisinde bulunur. Bu ortam içerisinde, şuur sahasının titreşim dereceleri, titreşim tabakaları aracılığıyla kendine ait olan bölgeye, ortama, aleme gelinceye kadar kalır. Zira, titreşim ahenginin kurulması, kainat ahenginden dolayı bir zarurettir…”
Bu tebliğden de anlayacağımız gibi tekamül derecesi her ne olursa olsun bütün varlıklar ötealemin ilk aşamalarından geçmek durumundadırlar. Ancak bu aşamada kalış süresi ve yaşananlar her varlığın tekamül derecesine göre farklılık göstermektedir.

Ötealem hayatı sonsuzdur ve orada her şeyin olması mümkündür. Sübjektif hayatlar burada objektif bir hal almaktadır. Bu aynı zamanda bir kanundur. Bizim kendi içimizde barındırdığımız bütün sübjektif hayatlarımız ötealeme geçtiğimizde objektif olarak sanki gerçekmişcesine karşımıza çıkmaktadır.

Ötealemin zamanı ile bizim zaman anlayışımız alınan tebliğlerden edinilen bilgilere göre oldukça farklılık göstermektedir. Her varlığa göre farklı bir zaman anlayışı söz konusudur. Örneğin, ötealeme geçeli bir hafta olmuş bir varlıkla kurulan irtibatta ne zaman öldüğü sorulduğunda varlık yıllardır bu alemdeyim gibi yanıtlar vermektedir. Ya da yıllar önce öldüğü halde henüz üç-beş gün önce öldüğünü söyleyen varlıklar da vardır.

ÖTEALEMİN İLK AŞAMALARI

Ölüm olayında bir şuur değişikliği söz konusudur. Ancak bu şuur değişikliği ölümle birlikte bir anda meydana gelen bir durum değildir. Varlık zaman içinde bu değişikliği fark etmeye başlar. Bu şuur değişikliğini fark edebilmesi için kendisine bir çok haller yaşatılır. Bu halleri kendisine yaşatan aslında yine kendisidir. Bazen bu iş hami varlıklar tarafından da gerçekleştirilir. Ancak varlık bunun farkında değildir. Varlık farkında olmadan bunu kendi kendine nasıl yaşatıyor diye düşünebiliriz. Bu durum imajlar tarzında olmaktadır.

OTOMATİK İMAJİNASYON

Ötealeme geçmiş bir insanın imajinasyon melekesi dünyadaki halinden çok daha fazladır. Biraz önce söylediğimiz gibi ötealemin yapısı da buna çok müsaittir. Ancak ilk aşamada varlığın bu durumdan hemen hemen hiç haberi yoktur. Bu nedenle burada kendiğilinden, otomatik (spontan) imajinasyon terimi kullanılmıştır.

Ötealeme geçince serbestleşen duygular, eğilimler, eş koşmalar, pozitif ve negatif düşünceler hepsi imajinasyonla birlikte canlanır ve ruh varlığı için hakiki birer hayat sahnesi haline gelir. Bu durum ruhta bu imajlara neden olan duygu ve eğilimler kaybolana kadar devam eder. İşte ruh varlığının ötealemde çekeceği ıstırapların çoğu bu şekilde meydana gelir. Ötealemin bu sahnelerinde rol alan tipler şuurlu birer şahsiyet değildir. Bunlar ruh tarafından canlandırılmış birtakım mizansenlerdir. Ancak varlık bunun farkında değildir.
Bu sahnelere yol açan duygular çok çeşitlidir. Ruhun bilgisi, görgüsü, son dünya hayatındaki eprövlere karşı göstermiş olduğu reaksiyonları çeşitli sahnelerle karşısına çıkacaktır. Aşağıdaki tebliğ bu sözlere örnek teşkil etmektedir:
” Size şunu söyleyebilirim: Benliğimizin bütün şubeleriyle doğrudan doğruya yüzyüze konulmaktayız. O zaman muhtelif ‘ben’ler bize ayrı ve müstakil şahsiyetler gibi görünür. Lakin bunlar kendi vicdanımıza sıkı bir surette bağlıdırlar…”
Şimdi bunu diğer bir tebliğ örneğiyle açmaya çalışalım. Dünyada yaşarken hasislik, kıskançlık gibi duyguları kendisinde beslemiş bir varlığın ötealemin ilk aşamalarındaki imajinasyonu şu şekilde: “Benden daha ne istiyorsunuz? Çalmış olduğunuz paralarımı bana iade etmekle daha iyi bir harekette bulunmuş olursunuz. Her şeyimi aldınız, beni mahvettiniz, sokakta kaldım. Başımı nereye koyacağımı bilmiyorum. Lütfen bana paralarımı iade ediniz.”

Örnekte de çok açık görüldüğü gibi varlık hasislik ve kıskançlık halini olduğu gibi ötealeme taşımış ve bu durumu otomatik imajinasyonla orada da devam ettirmektedir. Ancak bunun bir imaj olduğunun farkında değildir.

Ötealemle ilgili en çarpıcı tebliğ örneklerini veren varlıklardan biri de Albert Pauchard‘dır. Kendisi yaşarken tanıdığı bir protestan papazıyla ötealemde karşılaşır. Papaz resmi elbiseler içinde görünür, çünkü kendini öyle imajine etmektedir. Albert Pauchard kendisine bunun nedenini sorar. Papaz böyle bir alemde sahip olunan en iyi giysiler giyilmelidir diye cevap verir. Karşılıklı sohbet ederlerken papaz bir süre sonra elindeki incilini kaybettiğini fark eder ve bunun nedenini anlayamaz. Albert Pauchard ona artık incili düşünmediği için onu kaybetmiş olduğunu ve tekrar düşünecek olursa yine elinde olacağını söyler. Papaz bunun bir şaka olduğunu sanar, ancak incilini düşündüğü anda yine elinde olduğunu görünce de çok şaşırır. Bu örnek de otomatik imajinasyonu çok net bir şekilde anlatmaktadır.

Bizler dünya hayatını yaşarken kendini bilme konusunda ne kadar talim yaparsak, eşkoşmalarımızı ne kadar azaltabilirsek, karşımıza çıkan eprövlere ne kadar yapıcı bir şekilde yaklaşırsak, uyum ve esneklik konusunda kendimizi ne kadar geliştirirsek bunların hepsinin ötealeme geçtikten sonra da bize birçok faydası olmaktadır. Diğer yandan ötealemdeki teşevvüş aşamasının kısa sürmesi için ölüm ve ötesi hakkında doğru ve detaylı bilgi edinmenin yollarını aramalıyız.

Sadıklar Planı Tebliğleri’nde bu konu şu şekilde ele alınmaktadır: “…Bütün bunlara rağmen sizlere tavsiye edeceğimiz husus, önce bilgi yoluyla ölümün manasını, ölümün zaruretini, ölümün prensibini öğrenmenizdir. Ölüm ötesi alem hakkında, edinebildiğiniz kadar, en eskisinden en yenisine kadar bilgi edinmenizdir. Buna tamamen kendinizi hazır hissederseniz, ikinci durumu tatbik ediniz. Yani her an, her gece ölecekmiş gibi, düşünce ve tavır içerisinde, vazife olarak yaşamak. Hayat bir ödev yeridir ki, orada bütün elem ve hazlar bir seraptan ibarettir. Zaten içinde bulunduğunuz sistem ve alem devamlı olarak bir aldatıcı veçhe taşırlar ve bu yüzden de bir cehennem hayatı yaşamanız temin edilmiş olur. Hakiki realiteleri ancak yüksek beninizde bulursunuz.”